Gündem GuncelHakkimizdaMakalePolitikaTarihToplum

GELECEK İÇİN TEMEL PERSPEKTİFLER

VE SONUÇ BİLDİRGESI

Savaş ve çatışmalarla bağlantılı zorlu  ve acımasız bir süreci geride bırakmak,barış kaynaklı bir demokrasiye gitmek hem ülkemiz hem Ortadoğu için bir imkan haline gelmiştir artık. En önemli sonuç budur. Artık bu bir hayal değil, bir gerçekliktir. Daha doğrusu gerçekleşmesi pratiğimizle hayat bulacak bir gelişmedir. Syces-Picot düzeni aşılıyor. Ve biz şimdi nun yerine,kendi mücadelemizin bir evresi olan ve gerçek anlamda bir halkların baharı denen bir döneme götürebiliriz artık. Demokratik Komünalite Programımızla bunun yolu ardına kadar açılmıştır. Barış ve Demokratik Toplum çağrısı hamlemiz ve Demokratik Entegrasyon anlayışımız bu sürecin başarıyla ilerletilmesi için önemli bir imkân yaratmıştır. Bu sadece çatışmaların bitmesi, silahların bırakılması ile ilgili değil, yepyeni bir dönemin başlangıcıdır. Elbette barış çok değerlidir, barış olmadan ülkeler, halklar özgürleşemez. Barışsız, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mümkün değildir ve silahların gölgesinde sosyalizm olmaz. Silahla demokrasi geliştirilemez. Kurulanlar da Reel-Sosyalist örneklerde olduğu gibi çözüm olmaz. Barış ve demokratik çözüm çağrısı bu anlamda çok ileri ve gerekli tarihsel bir adımdır. Bu konuda yanılgı içinde olanlar kendini hızla düzeltmeli, gözden geçirip, demokratik inşanın ve barışçıl toplumun faziletine, güzelliğine, anlamına kendilerini hazırlamalılar ve eksiklerini  gidermeliler. Bu bin yılların gerçekleşen hayalidir. O açıdan da çok değerlidir. Ben,elli iki yıllık bu mücadelenin önder gücü ve bu mücadeleni her türlü savaşımını vermiş birisi olarak söylüyorum ki, böyle bir barış hak edilmiştir.  Bu barışın demokratik toplumla neticelenmesi, haktır ve  görevdir. Haktır, çünkü büyük emek verdik. Görevdir, zira barış ve demokratik toplum inşası bir görev önümüzde olarak duruyor. Her savaşın bir sonucu vardır. Bizim mücadelemizin karşılığı da demokratik toplumdur ve ulus devlet yanılgısı ve yanlışı değildir. Bunun karşılığına Demokratik Sosyalist Toplum diyoruz. Barışın karşılığı budur. Aynı zamanda bu,yüksek bir sorumlulukla yerine getirilmesi gereken bir görevdir de.Fesih kongremiz ve hazırlık konferansımız,bana göre bunun politik söylem  ve değerlendirme olarak fazlası ile doğru yapmıştır. Bu kararlılık öyle sanıldığı gibi teslim olmak ve öz savunmadan vazgeçmek değildir. ersine öz savunma güç ve yeteneğimiz eskisinden daha fazla gelişmiştir. Demokratikleşme tamamen gündeme girmiştir. Dolayısıyla özgür ve eşit bir yaşam paylaşımına her zamankinden daha fazla şans ve imkân veriyor. Hayaller, ütopyalar ve programlar ne kadar değerli ve doğru olursa olsun, onun kadrosu, çalışma ve eylem tarzı olmadan hepsi suya yazılmış bir yazı gibidir. Bunun, aşkla, tutkuyla, büyük bir sorumluluk duygusuyla ve ciddiyetle yerine getirilmesi gerekir.  Kesinlikle zorlama, dayatma yok. Aşk denilen en yüce kavramla yol alınabilir ancak.Halkımız, kendisinin demokratik yaşamı için, hem hak, hem de görev sahibi olduğunu bilerek yeni dönemi karşılamalıdır. Kendin olmadan bu ülkede yaşama hakkın olduğuna dair bir iddiada bulunamazsın. Bu topraklar, küçük bir başlangıçta olsa  sorumluluk ve demokrasiyi, kendisinin hem hakkı hem de görevi olarak bilenlerin yaşayacağı bir ülkedir

1 MODERNITE

Modernite kavramı çağdaşlığı ifade eder.  16. Yüzyıldan günümüze kadar gelişen Avrupa merkezli uygarlığın gerisinde üç temel öğe olarak Rönesans, Reform ve Aydınlanma bulunmaktadır. Batı Avrupa, bu yeniden doğuş, dinsel reform, bilimsel devrim ve aydınlanma felsefesi ile 17. Yüzyıldan sonra dünyanın hegemon gücü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu yönüyle bu hegemonik modernite, batı Avrupa çağı olarak da tanımlanabilir. Modernite insanlık birikimlerinin ürünüdür. Batı Avrupa, başta Doğu dünyasınin ve insanlık tarihinin butun eflsefi, bilimsel, kültürel birikimlerini alıp işlemiş, sentezlemiş ve yeni bir paradigmaya dönüştürmüştür. Başarısı, bu senteze dayalı zihin gücü ve bilimde yakalanan devrimsel gelişmelerde gizlidir. Batı Avrupa moderniteyi, komünalite ve ortaçağ komünal kültüründen devraldı. Şimdi modern sosyal bilim yazarları, saydığımız bu  unsurların yanısıra, kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm gibi yapıları da modernitenin asli bileşenleri olarak kabul eder ve değerIendirirler. Bu analiz ve buna dayalı şekillenen algılar yanlıştır, kavram karmaşası yaratmaktadır. Doğru ile yanlışı iç içe geçirilerek anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz kılınmaktadır Modern sosyal bilimler bu yönüyle büyük bir keşmekeş içindedirler. Bu keşmekeşi bu kavramsal karmaşayı ortadan kaldırmak için temel kavramları yerli yerine oturtmamız gerekir. Çünkü tanım ve zihin net olmadı mı, doğru bir pratik politika da gelişmez.

2-KAPİTALİST MODERNİTE

Kavramsal olarak modernite ile kapitalizmi eşitlemek değildir. Yine, burjuvazi ile kapitalizm arasında bir bağ olmakla birlikte,burjuvazi de bütünüyle kapitalizme mal edilemez.Ulus da ,Burjuvazinin veya kapitalizmin yarattığı bir kavram değil, odernitenin bir kavramıdır. Tam aksine ulus kapitalizm ve burjuvazi marifeti ile çarpıtılmış demokratik olmayan bir nitelikte yapılandırılmıştır. Bu nokta önemlidir. Çünkü burjuvazinin ulus olmadığını, bilakis onu çarpıttığını gösterir. Ulus, modern dönem toplumu, Modernitenin toplumsal formudur.  Ortaçağ toplumsal formu nasıl milliyet ise, modernitenin toplumsal formu da ulustur. Milliyeti formunu İslam devrimi topluma kazandırmıştır.İslamda millet ümmettir Ümmet ise aynı dine mensup toplumdur. Hz.Muhammed kabile toplumundan dine dayalı ümmet / millet toplumuna devrimsel geçişi sağlamıştır. Milliyetler çağı böyle başlar ve yayılır. Çünkü, güçlü teorisi ve pratiği ile çağa yetkince cevap olmuştur. Milliyetler ulus formuna dönüşürken, bu yeni toplum yapılanmasının bilimi, ekonomisi, sanatı, edebiyatı ağırlıklı olarak Avrupa’da şekillenmiştir. Hegel bu konuda büyük bir açılım sağlamıştır.  Rus edebiyatı, Avrupa edebiyatı var. Ekonomide gelişmiş bir pazar var.  Ki pazarın  başlangıcı İnsanlığın doğuşuna kadar götürülebilir. Pazar burjuvazinin eseri değildir. Ulus, bütün bunların etrafında oluşmuştur. Dolayısıyla ulusu burjuvaziyle, kapitalizmle eşitlemek büyük yanılgılar içerir.Kapitalist modernite soygunculuk talancılık sistemidir. Bu sisteme Hollanda ve İngiltere öncülük yapmıştır.  Ve bunlar binlerce yıl gerilere giden ilk soyguncu,sömürücü kastik katil sistemin modern versiyon çetelerdir. Denizlerde korsanlık yaparak, İngiltere’ye sermaye taşıyan “gambot”lardır. Bunlara, 16. Yüzyıldan günümüze kadar damga vuran Anglo-Sakson çeteciliği de diyebiliriz. Bu, soygun ve talan düzenidir. Halen varlığını sürdürüyor. Bu soygun düzeni, Rönesans, Reform ve Aydınlanma maskelerini takarak kendini meşrulaştırmış ve modernite kılıfına büründürmüştür.Talancı olmadığını, tam aksine bu değerleri yarattığını, onları temsil ettiğini iddia etmiştir.

a) KapitaIist Burjuva Toplumu:

Burjuvazi kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan sosyal bir gruptur. Dolayısı ile kapitalizm eşittir burjuvazi değildir Kapitalizmin gelişim sürecinde, korsanlık, talancılık ve çete düzeni kendisini hızla bir sınıfa dönüştürmüş Bu sınıf, kentli burjuva maskesini takmıştır. Çete düzeni her çağda kendisini bir kliğe, sınıfa dönüştürmeyi başarmıştır.Milattan önce 3.000- 2.000′ Iere doğru gelişen ve büyük aristokratik devrim dediğimiz şey, çetenin kendisini aristokrasi olarak örgütlemesidir Aynı durum İslam’da da var. Muaviye kendisini aristokrasi olarak örgütler ve büyük katliamlar yapar. İslam bir devrimdir,ama Muaviye onu çarpıtır ve aristokratik bir sınıf yaratır. Bu da karşı-islamdır. Aynı çizgi Abbasiler ve daha sonra Osmanlılar tarafından da sürdürülmüştür. Kürdistan’da Mirlik adıyla çeteler topluma hâkim olmaya çalışmışlardır Bu çeteler kendilerini destanlar, edebiyat ve sanatla yücelterek meşruiyet kılıflarını, maskelerini güçlendirmişlerdir. Modern çağda da burjuva sınıfı, hemen her ülkede benzer biçimlerde sahne almıştır. Türkiye de bunun çarpıcı bir örneğidir. Rusya’dan Çin’e kadar durum aynıdır. Afrika’da şimdi onun yeni bir biçimi yaşanıyor. Modern siyaset bilimcileri ise bunlara Kapitalist demokrasi,burjuva demokrasisi diyorlar. Biz de bunlardan etkilendik. Aslında ne kapitalizmin ne de burjuvazinin demokrasiyle ilişkisi vardır. Demokrasi onlar için sadece bir maskedir ve bu talan düzenini gizlemenin ve meşrulaştırmanın aracıdır.Evet, kapitalist burjuva toplumu vardır. Ama tüm burjuvaziyi aynı sınıfta görmemek ve küçük burjuva ve bürokratları aynı kefede değerIendirmemek gerekir.  Üst kesimin ağırlıklı yönü çeteci olmasıdır. Bürokratlar, küçük-burjuvazi daha farklıdır. Bunları kapitalist burjuvaziye dâhil etmemek büyük önem taşır. Bu ayrımı önemsiyoruz.

b)- ULUS DEVLET

Kapitalist burjuvazinin ikinci büyük maskesi, siyasi alanda kurumsallaştırdığı ulus devletUlus-devlet talan ve çete sisteminin siyasi gerçekleşme alanı ve bedenleşmesidir. İktidarını ulus-devletle kurumsallaştırır. Oysa gerçekte ulusa hükmeder, onu egemenlik altında tutarak sömürür ve adına da ulus-devlet der. Bununla devleti ulus adına yönettiğini, iktidarın ulusa ait olduğunu iddia eder. Adına başkanlık sistemi der, cumhuriyet der, parlamentarizm der. Ama gerçekte uygulanan çete iktidarıdır ve çetenin çıkarları doğrultusunda toplumu sömürür. İktidarı için ulusu istismar eder; ulus kimliğini iktidarın aracı haline getirir, kimlikleri çatıştırır, kırımlara, soykırımlara uğratır. Bu nedenlerle ulus-devlet kavramını dikkatlice değerlendirmek, ulus -devlet ve iktidar ilişkilerini doğru çözümlemek gerekiyor. Reel-sosyalizmin de içine düştüğü ve kurtulamadığı büyük hata, devletin tanımlanmasıyla ilgilidir. Devlet, yani ulus-devlet yanlış, eksik tanımlanınca,sonuç çöküş ve felaket olmuştur. Sosyalizm devlet ve devrim ilişkisi doğru kurgulanmadığı için çöktü. Çıkarılması gereken derslerden en önemlisi budur.

C)  Kapitalist Endüstriyalizm:

Endüstri ile endüstriyalizm kavramlarını birbirinden ayırmak gerekiyor. Endüstri, bilim daha çok da teknik yönü ön planda olan bir kavramdır. Endüstriyalizm ise bilime, tekniğe dayalı üretim sistemi ile birlikte toplumsal, ekonomik-ekolojik ilişkileri yeniden sömürüye dayalı olarak kurgulayan kapitalist sistemdir. Marks’ın kapitalist endüstriyalizmi bir ilerleme olarak selamlamış olması büyük bir yanılgıdır ve endüstriyalizmin sosyalist çevrelerce doğru değerlendirilememiş olmasının önemli bir nedenini oluşturur. Kapitalist ekonomi ve endüstriyalizm hem toplumu hem de fizik doğayı aşırı kar ve sömürü motivasyonuyla büyük bir yıkıma uğratmıştır. Bu da toplumsal kaos ve ekolojik kriz demektir. Özü budur. Önceki bölümlerde çokça değerIendirdiğimiz için burada vurgu düzeyinde değinmekle yetiniyoruz.

DEMOKRATİK MODERNİTE
Nasıl ki tarihsel-toplumsal akışta, komün ve devlet biçiminde bir yarılma gelişmişse,modernitede de, böyle bir yarılma vardir. Bu kapitalist modernite ile demokratik modernite arasındaki yarılmadır bu. Demokratik modernite, kapitalist moderniteye karşı komünal yaşam değerlerinin korunması ve savunulması temelinde yapılanmış toplumsallıkları ifade eder. Temelinde komün vardır. Bu ise tarih boyunca komünal yaşam değerlerine tutunan kabile, aşiret, mezhep, felsefi ekol, işçiler, emekçiler ve en çok da kadınlara dayanan sistemdir. Toplum tarihinde ilk sömürünün, cinsiyet alanında gerçekleştiğini tarihsel-toplumsal temelleriyle birlikte ortaya koyduk. Cins kırımı, kadin sahsinda özgür toplumsallaşma kültürünün kırıma uğratılması ve İlk temel kaybediş noktasıdır. Bu nedenle biz sosyalist olmanın temel ilkesini, kadın cins özgürlüğüne göre yaşamak olarak belirledik. Kadın, demokratik modernitenin ana kurucu unsurudur..Sosyalizme dair tutumumuzu kapsamlı ideolojik-teorik açıklamalarla temellendirmiş bulunuyoruz. Reel-sosyalist deneyimler ile bu deneyimlerin ulusal kurtuluşçu gerçekleşmelerini inceledik. Sosyalist deneyimler sadece pratikte degil, Kuramsal bakımdan da uzun süredir bir tıkanıklık yaşanıyordu. Çin vb. örneklerin durumu da ortada. Sosyalizm anlayışımızı ve bu yoğunlaşmamızi, günümüzün reel sosyalizmine alternatif arayışlarını da gözeterek yeniledik veya geliştirdik. Gerçekçi bir sosyalist teori ile birlikte, uygulanabilir bir sosyalizm arayışımız sürüyor. Bu konuda hem teoride hem pratik gerçekleşmede oldukça iddialıyız. Bizim esas aldığımız sosyalist çizgi, ulus devletçi reel-sosyalizm değildir.Toplumcu Demokratik Sosyalizmdir. Bu konferansımıza sunduğumuz analizler ve perspektifler, bu ideolojik bağlamın ürünüdürler. Bu ana perspektifle Demokratik Moderniteyi ise, Demokratik Ulus, Komünal Demokratik Toplum ve Eko-ekonomi / Eko-endüstri üzerinden tanımladık.
A)- DEMOKRATİK ULUS:
Ulus-devlet, bir iktidar örgütlenmesi iken, demokratik ulus ise bir toplumsal yönetim örgütlenmesidir. Ulus-idevlet tek tip homojen toplum yaratımı mühendisliğine dayanırken, demokratik ulus çok kimlikli, çok kültürlü, heterojen toplum doğasına dayanır. Ulus-devlet, kimlikleri iktidara araç kılarak çatıştırmaya, birbirine kırdırmaya dayanırken, demokratik ulus farklı kimlik ve kültürlerin demokratik ilişki dayanışmasına dayanır. Kimlikleri iktidar aracı olmaktan çıkarır. Ve Ozetle Ulus-Devlet iktidarcı iken, Demokratik Ulus toplulukların dayanışmasına ve öz yönetimine dayanır.
B) DEMOKRATİK TOPLUM:
Demokratik/komünal toplum, kapitalist burjuva toplumunun demokratik modernitedeki karşılığıdır. Toplum, karakteristik olarak komünaldir. Komün ilk toplumsallaşma formudur. Komünün eşitlikçi, özgürlükçü karakterini, tarihsel gelişimini uzunca ve önemle irdeledik, ortaya koyduk. Komünal toplum tabiri, eşitlikçi, özgürlükçü yaşam değerleri olarak kavranmalıdır. Kuşkusuz komünal yaşamın çağdaş formlarıdır kastımız. Adına demokratik toplum da denilebilir. Aslolan sömürüden uzak, eşitlikçi, özgürlükçü, dayanışmacı yaşam ruhu ve kültürüdü. Kapitalist burjuva toplumu adlandırmasının gerçek toplumla bir ilgisi yoktur. Çünkü Kapitalizm toplum karşıtıdır. Bu adlandırma soyguncu talan rejiminin maskelenmesi için geliştirilmiş bir adlandırmadır. Ve onun bulaştığı hiçbir şey topluma hizmet etmez. Buna karşılık, toplumun oluşum doğası komünaldir. Dolayisiyla toplum komün temelli şekillenmiştir. Bundandırki, Komünalitede Israr, Insanda Isrardir diyoruz. Anlamı bu kadar nettir.
C) EKO-EKONOMİ / EKO-ENDÜSTRİ
Kapitalist Endüstrializmi hem birinci, hem de ikinci doğaların yıkımı ve krizi olarak tanımladık. Çözüm alternatifine ise üçüncü doğa diyebiliriz. Bu da, ikinci toplumsal doğanın, birinci doğa ile uyumunu ifade eder. Üçüncü Doğa, doğayı yıkıma ve krize uğratan doğaya yabancılaşmaya sebep olan, egemenlikçi zihniyet ve üretim biçimlerinin aşılarak, doğa ile yeniden buyum içinde yaşamayı, buna göre üretim ve tüketim kültürünü ekolojikleştirmeyi ifade eder. Çevreci komünal üretim ve endüstri kullanımı, bu amacın gerçekleşmesinde olmazsa olmaz gerekliliklerdir.
POLİTİK PROGRAM
Bu bölümde artık teoriden programa geçiyoruz. Anlaşılır olması için maddeler halinde ele alacağız.
A)-SİYASİ HEDEFLER
Bununla kastettiğimiz yönetim biçimidir. Temel sloganımızı bir kez daha hatirlayalimi Ulus Devlet Sosyalizmi Yenilgiye, Demokratik Toplum Sosyalizmi Başarıya Götürür!
Önceki bölümlerde çokça anlattığımız gibi, reel-sosyalizm bizi, ulus devlet fikrine taşıdı. Burada çıkmaza girdik. Biz bu çıkmazdan Demokratik Toplum Programı ile çıkıyoruz. Yani burjuva ulus anlayışından, demokratik ulusa doğru yol alıyoruz. Biz devlet iktidarını değil; Demokratik Ulusun, dolayısı ile Demokratik Toplumun siyasal alanını inşa etmekten bahsediyoruz. Demokratik Ulus Demokratik modernite zihniyetinin siyasi bedenselleşmesi Demokratik Ulustur. Bu, Komünler Komünü veya Komünalitedir. komünler Birliği ve topluluğudur. Devlet kavramıyla karıştirilmaz. Komun oz yönetimci ve toplumun temel ihtiyacıdır. Komün, demokratik ulusun kök hücresidir. Hücre sağlam olmazsa, beden de sağlam olmaz. Dolayisiyla ve bu açıdan komün hayatidir.
Genel bir ifade olan demokratik toplumun üç biçimi vardır. Sınıf temelli (reel-sosyalist) demokratik toplum, Liberal demokratik toplum ve bizim geliştirdiğimiz komünal temelli demokratik toplum. Bizim önerimizin reel-sosyalist oluşumlardan farki komünalizmdir. Bu ise iktidarcılık ve devletçilik hastalığının en büyük lacıdır. Komünalite tarih boyunca halkın yaşadığı bgerçekliktir. Biz bunu güncelleyip demokratik modernite ile buluşturmak istiyoruz. Yani geleneksel olanı modernize etmek itiyoruz
B) SOSYAL HEDEFLER:
Barış ve demokratik toplum manifestosunun politik programı, toplumun kendi ihtiyaçları
doğrultusunda örgütlenmesini ve demokratik tarzda varoluşunu hedefler ve demokratik toplumun sosyal alanının oluşumunu kapsar. Toplumsallık da nihayetinde bir evrendir ve buna ikinci doğa diyoruz. İkinci doğanın da bir çekim merkezi var. Bu çekim merkezi hafızası, etik ve ahlaki karakteri ve estetik ölçüleridir, politik iradesidir. Böyle bir Kürt sistematiğidir bahsettiğim Buda demokratik toplumun sistematiğidir ve önemlidir. Yerli yerinde, toplumsal sistemin bir birimi olarak çalışmayı bilmek gerekiyor. Toplum öyle sert kanunlarla çalışmaz. Toplumsal doğada yasalar değil, eğilimler vardır demiştik Toplumsal çalışma zekâ ile akılla, politik esneklikle yürütülür. Kendine özgü kuralları vardır, buna ahlak diyoruz. Kendine yönelik kütlesi, hacmi var, buna da Kürt varlığı diyoruz. Hafızası bu ve buna bir de akıl merkezini, analitik aklı eklemek gerekir. Bütün bunları derleyip toparlamak ve güçlü bir demokratik toplum merkezi oluşturmak gerekir. Komünal toplumun en yaygın biçimi sosyal alanda yaşanacaktır ve ne kadar sosyal alan varsa bunların tamamında komünler oluşacaktır. Sosyal alanın kök hücresi komündür. Komün ise toplumsallık demektir. Dolayısı ile sağlık,eğitim dil, kültür, tarih, spor alanlarının tümünde komün oluşturulur. Muazzam düzeyde dil, tarih ve felsefe komünleri de kurulabilir. Önemle üzerinde durulması gereken bir konu da demokratik komünlerin tüm farklılıkları kapsayacak şekilde olması gerektiğidir. Kürdistan’da bulunan tüm farklı kimlikler, inançlar, mezhepler, sosyal gruplar komünal çalışmaların öznelerini oluşturmalıdır.
Ekonomik Hedef, Komünal Ekonomidir…..
Ekonomik alandaki çalışmalar kollektivite esaslı geliştirilecektir. Ekonomik alan adlandırması günümüz sosyal biliminin ayrıştırmasıdır. Aslında bu da sosyal alan içindedir. Sosyal alanda ekonomi, eğitim, sağlık, kültür tarih kimlik hepsi sosyal alanda komünleşmedir. Sosyal toplum, tarihsel toplumdur. Tarihsel sosyoloji bu alana hâkim olacak. Ekonomi, kültür hepsinin bir tarihi temeli var. Butun bu saydiklarim tarihsel sosyolojinin karşılığıdır.
C ) ORTADOGU’DA KURT SORUNU VE DEMOKRATİK ULUS ENTEGRASYONU
Entegrasyon, birlikte yaşanılan ulus devlete bağı ifade eder. Kürdistan ile doğrudan ilgili dört ulus devlet var. Entegrasyona dayalı bir yaklaşımla dört devletle de bütünleşeceğiz.
Pratik program dediğimiz şeyin diğer adı demokratik toplumdur. Sosyal hedef de demokratik toplumun inşasıdır.. Pratik program eşittir demokratik toplumdur. Entegrasyon, demokratik toplumun, ulus devletle birliğini ifade eder. En doğru tanımı budur. Toplum kendini bir devlet olarak örgütleyip, diğer devlete bağlamıyor. Kendini demokratik cumhuriyete demokratik toplum olarak, demokratik entegre ediyor. Entegrasyon aynı zamanda eşitliği de içerir. Demokratik müzakere ile tesis edilir ve entegrasyon da demokratik müzakereyi zorunlu kılar.Müzakere ulus devletle demokratik toplumun bütünleşmesini sağlar. Ulus devlet şu an asimilasyon uyguluyor. Bazıları entegrasyonu asimilasyon olarak anlamak isteyebilir. Ama biz de tam tersine asimilasyona karşı direneceğiz. Entegrasyon zorunlu olarak zaten demokratik müzakereyi gerektirir. Bu asimilasyonun tersidir. Devlet güçlüdür, devlet her şeyi dayatır ve baskıyla uygular yaklaşımı kabul edilemez. Bütün bunlar faşist yaklaşımlardır ve hepsi reddedilmek durumundadır. Yapılması gereken,müzakere ile demokratik toplum ve ulus devlet entegrasyonudur.
Kürt-Türk çözümü, Ortadoğu çözümüdür. Bu kadar önemlidir ve o kadar aciliyet arz ediyor ki buradaki çözüm, tüm Ortadoğu’yu çözüme götürebilir. Dolayısıyla Türk-Kürt çözümü öyle sıradan, yerel bir çözüm değil, dar anlamda bir sorun çözümü de değildir. Kesinlikle bir Ortadoğu çözümüdür. Ve hatta dünya çapında etkisi olacak bir çözümdür. Zaten herkes buraya dikkat kesilmiş durumda ve bunu anlamaya çalışıyorlar. Doğrusu da budur.
Bölgesel olarak da Kürt sorununun çözümü için demokratik entegrasyon başlığını açtık. Kürtler’in,komşu olan dört devlet ile de çatışmaları var ve bu durum hala devam ediyor. Tam bir ateşkes bile sağlanabilmiş değildir. Her ne kadar Suriye ile sekiz maddelik ittifak belgesi, Irak ile belli bir federasyon merkezli anlaşma, İran ile bir ateşkes, Türkiye ile de benzer birtakım görüşmeler varsa da, bunlar henüz resmiyet kazanmış değildir..Müzakere denilen bir anlaşma aşamasına ulaşılmış değidirl. Bunları böyle bir aşamaya getirmek gerekiyor. Barış. ve demokratik toplum çağrımız aslında iyi bir çerçeve. Bu çerçeveyi biraz daha geliştirmek gerekirse, burda amaç, Kürdistan’ı aralarında paylaşan ulus- devletlerle demokratik entegrasyon çözümüdür. Buna “Ortadoğu’da Kürt sorunu ve demokratik entegrasyon çözümü de diyebiliriz. Şimdiye kadar anlatımlarımızın tümü aslında ulus devlet perspektifliydi. Şu anda Irak’taki federe devletin perspektifi de budur. Bu perspektif er veya geç bir çatışma üretir. Çünkü ulus-devletçi çözüm eninde sonunda çatışmaya götürür. Kalıcı barış olasılığını barındırmaz. Ulus-devlet çözümünün dayatılması durumunda, aynı topraklarda beş devlet birbirleri ile sürekli didişme halinde olacaklardır. Irak, “Kürdistan” diyor ama bir vilayet kadar daraltıyor. Hala çözüme kavuşturulmamış ara bölgeler var, anayasanın ilgili maddesi uygulanmıyor. Suriye’deki rejim, Kürtlerin kimlik haklarını tanımıyor, Türkiye Cumhuriyeti ise tek bir Kürt kelimesini bile yasalarında geçirmiyor. Evet,”TRT Kurdi” yayın yapıyor, Kürtçe bazı kitaplar çıkıyor, ama hiçbirinin yasal güvencesi yok ve bir kararname ile hepsini kaldırabilirler. Çünkü yasal ifadeside yok, Kürt kelimesi bile yok. Anayasa ise hala tümden kapalı. Dolayısıyla entegrasyon çözümünde devletin de demokratik değişim yaşaması gerekir. Ulus-devlet programlı PKK’yi aştık. Çünkü böyle bir devletle sosyalist bir amaç da gerçekleşmez pratik realist bir ulus-devlet gerçekleşmez. Gerçekleşse de çok kanlı olur. Bu ise bir sosyalistin kabul edemeyeceği bir şeydir. Dolayısıyla biz demokratik ulus çözüm önerisi geliştirdik. Yani sosyalist çözüm, demokratik ulus çözümüdür dedik ve sosyalizm demokrasisiz olmaz anlayışımızla ile demokratik toplum programını geliştirdik. Bu olmazsa olmaz temel ilkedir. Her koşulda hayata geçmesi gereken bir ilkedir. Bu doğrultuda ulus-devletten vazgeçtik. Onun yerine demokratik ulusu ikame ettik. Programımız da demokratik ulus etrafında örülecek. Bunun komşu devletlerle ilişkisi hayatidir. Ve öncelikli olarak bunun çözümlenmesi gerekiyor. Entegrasyon bunun çözümlenmesi için hayati ve doğru bir kavramdırBunu Türkçesi de asimilasyonun tam tersi olarak demokratik bir bütünleşmedir.Şu anda bu dört devletin Kürtlere dayattığı ise asimilasyondur.
Nedir asimilasyon? Hâkim uluslar içinde erime…Bu eritme politikasına karşı Kürtler yüz yıldan daha fazla bir zamandır hayır dedi..Siz ne kadar ulus devletseniz, biz de öyle olacağız dedi. Bu dört ulus devlet ise birleşerek, yüz yıldır Kürtleri boğmaya çalışıyorlar. Bağdat Paktından Sadabat Paktı”na kadar hepsinin temel amacı, bu dört ulus devletin ortak bir politika ile Kürtler’i boğmasıdır. Bu anlaşma günümüze kadar devam ediyor. Evet, Suriye’nin ve Irak’ın çözülmesi,İran’ın İslami cumhuriyete kavuşması bu paktı, bu dörtlü gizli ittifakı parçaladı.Ama niyetler hala duruyor orta yerde.Fırsat bulurlarsa bu dört devlet birleşip, asimile etmekten hatta imha kırım hareketleri düzenlemekten geri durmayacak.Büyük çıkmazlar, çözümsüzlükler yaşandıi ve gelinen aşamada Kürtler bir ulusal varlık kazandı. Ama hukuku yok ve kürtler’de bir demokratik ulus bilinci, arzu ve niyet olmasina ragmen, kurumlaşması henüz kabul edilmiş değil. Şimdi cevabı aranan soru, devlet demokratik ulus kurumlaşmasını kabul edecek mi, etmeyecek mi sorusudur. Burada bizim bu dört devletle yapacagimiz müzakere süreclerinin basarisi bunu belirleyecek. Şimdi Kürt-Türk çözümü, geneli etkileyecek kadar önem kazanmıştır. Bu hayati konu olarak önümüzde duruyor. İran Kürdistan kelimesine karşı değil. Irak zaten federe çözümle asimilasyondan çoktan vazgeçti. Suriye, anayasada Kürtler’e yer vereceğinin sözünü verdi. Türkiye, asimilasyonist yöntemden vazgeçtiğini söylüyor ama bunun pratik adımı ne olacak? Ben tam da bu ihtiyacı görerek,barış ve demokratik toplum çağrısını yaparak bir çözüm denemesine giriştim. PKK engelini tek taraflı olarak kaldırdık. Dört maddelik iyi niyet belgesi var. PKK kongresini toplayıp, bunu onayladı. Bununla Kürt meselesi çözüldü demek doğru değil. Dolayısı ile şimdi geriye sadece silahlar kaldı, onları da gömün demek,hiç gerçekçi değildir. Bu yaklaşımı asla kabul etmiyoruz. Demokratik entegrasyonu esas alıyoruz. Biz ayrılıkçı ve ayri bir devlet olmayacağız. Ama sizin içinizde de erimeyeceğiz.
Entegrasyona gerçekten varsalar ve asimilasyona gerçekten karşısalar, o zaman samimi olarak asimilasyonu her düzeyde kaldırdıklarını ve bunun yerine her düzeyde entgrasyonu kabul ettiklerini ifade etmeleri gerekecek. Biz, ulus devlete karşı olduğumuzun pratik tutarlılığını PKK’yi tasfiye etmekle kanıtladık. Kendileri de bizim bu anlayisimizla tutarli olarak bu adımları samimi attığımızı kabul ettiler. Simdi gelelim Kürtler arası birliğe ve işbirliğine. Federe Devlet, KDP ve YNK demokratik ulusa yabancı. Her ikisinin de demokratik ulustan haberleri bile yoktur. Dolayısıyla onlarla da müzakere gerekecek. Suriye’de yaşanan Kürtler arasında bir iç müzakerede federasyon önerisi ortaya çıktı.Bu müzakere ileri bir adımdır ve geliştirilebilir. Eksiği-fazlası tartışılabilir ama yanlış değildi. Kendi aralarında bu konferansı yaptılar. Ve böyle bir birlik anlayışı ortaya çıkardılar. İçeriği demokratik kurumlaşma ile demokratik ulus zihniyeti ile doldurulabilir. Ama Irak’taki Federe yapı kendi ulus devletçi tekelinden vazgeçmez ve buna direnebilir. Biz de demokratik toplum stratejimizden ve proğramımızdan vazgeçmeyeceğiz. Irak için de demokratik çözüm gerekiyor. Daha önce birinci çözüm sürecinde de önerdiğim gibi bir ulusal kongre düzenlenir. Kürdistan Ulusal Kongresi. Bu bütün Kürtleri kapsayan bir kongre olur. Bunun bütün Kürtleri kapsayan bir yürütmesi de olur. Bu yürütme de bütün Kürtler adına bütün müzakereleri kendine bağlayabilir. İran’la, Irak’la, Suriye ile ve Türkiye’ile. Boylece Kürtler kendi içinde de birliği sağlar ve komşularla ilişkilerde de söz hakkı olabilir. İleride böyle bir araca kesin ihtiyaç olacaktır. Başka ülkelerde buna benzer kuruluşlar var. Kürdistan Ulusal Kongresi isim olarak yanlış bir kavram değildir ve bu isimle toplanabilir. Suriye, Irak, İran, Türkiye’deki bütün Kürt örgütleri bu çatı altında toplanabilirler.Kendi tüzüğü, ulusal programı, amacı olur. İlk kongresinde bunların hepsi düzenlenebilir.Bir icra organı olarak, kongre ile seçilen bir yürütmesi olur. Bu yürütme, Kürdistanî tüm toplulukların taleplerinden hareketle seçilir. Ulusal kongre çalışması, Güney Kürdistan’da Veya Erbil’de Süleymaniye’de ve başka bir yerde de de olabilir. Ama belli ki bir bölgede yoğunlaşacak. Bu kongre Kürtlerin ortak siyasi iradesi olur. Eğer yürütme kendini eğitim, sağlık ekonomi olarak orgutlenebilirler. Ancak bunun kesin olarak demokratik olması gerekiyor, Öyle bir iki ailenin güdümünde veya başka dış güçlerin ajan kurumu gibi bir şey asla düşünülemez. Diğer ihtiyaçlar ise (ekonomik, sosyal,dilsel kültürel, tarihsel) süreç içerisinde kurumlaşır. Böylesi bir çözüme ihtiyaç var. Biz buna en genel anlamı ile Kürtler’in Demokratik Birliği diyoruz ve çözüm bundan aşağı da olamaz. En aşağısı budur. en yukarısı ise ulus-devlettir. Bizim ulus-devlete ihtiyacımız yoktur.Ama demokratik topluma ve Kürtler’in iç birliğine olmazsa olmaz ihtiyacımız var. Bunu kabul etmeyen güçler de olabilir. En önemlisi de bu Federe Devlet ne olacak? Zaten dikkat ederseniz bir ailenin veya bir-iki ailenin çıkarlarına hizmet ediyor ve Kürtler’in yüzde birini bile kapsamıyor. Dolayısıyla bütün Kürtleri kapsayarak Kürtlerin Demokratik Birliği olmalıdır. Bizim önerdiğimiz model bunu kapsamakta. Bunların da demokratik toplum anlayışı ile entegre olması için yoğun çaba gerekiyor. Bunlarla, müzakerelerin temel amacı budur.
Ayrıca ulusal ve ideolojik örgütlenmeler arasındaki farkı ve ilişkiyi görünür kılmak önemli bir ihtiyaçtır.
PKK ve KCK sisteminin yerine de ideolojik yapılanmamız olarak Demokratik Komünler Birliği olacak demiştik. Bu, toplumcu demokratik sosyalizmin öncü yapılanmasıdır.Tüm Kürdistan parçalarından farklı yapıların buluştuğu ulusal örgütlenme olan KNK ise Kendini yeniden gözden geçirip,Kürdistan Ulusal Meclisi olarak işlevlendirebilir.

D) – OrRTADOGU’DA TOPLUMSAL KIRİZ VE DEMOKRATİK MODERNİTE COZUMU,.
Ortadoğu’nun yaşadığı sorunlar tarihseldir. Ortadoğu toplumları tarih boyunca büyük sorun ve krizler yaşamıştır. Bunun esas nedeni,tarihsel olarak kastik katil. aristokratik sınıfın ve iktidarcı- devletçi sistemin bu topraklarda gelişmiş olmasıdır. Bölge yaklaşık olarak 15 bin yıldır bu temel nedenden dolayı sorun ve bunalımlarla boğuşuyor. Dünyanın başka herhangi bir bölgesinde bu denli uzun süre sorunla boğuşan başka bir toplum yok gibidir.İlk anacıl toplumun çıktığı bu coğrafya, aynı zamanda ilk toplumsal sorun ve çelişkilerin de çıktığı mekândır. Toplumda ilk sorun ve çelişki, kastik katilin kadını köleleştirmesi ile başlamıştır. Dolayisiyla kadinin, tarihsel olarak köleleştirilmesiyle toplumun köleleştirilmesi atbaşı gider.D0layisiyla tarihsel olarak köleleşme,bilinenin aksine devletle değil, kadının kastik katil tarafından köleleştirmesi ile başlamıştır. Gelişen bu çelişki ve bu toplumsal sorun da komünün yarılması ile ortaya çıkan devlet ve aile sorunsallığında ifadesini bulmuştur. Temel sorun olarak ailecilik ve hanedanlık yapıları,en köklü sorun olma karakterindedir. Ortadoğu’sunda bu iki kurumun halen en güçlü yapılar olmasının nedeni, bu tarihsellikten besleniyor olmalarıdır. Ortadoğu sorunlari, tarihsel temelleriyle güncel bağlari kurulmadan anlaşılamaz. Ve sosyolojik, antropolojik, ontolojik bakış açısı ile çözümlenmeden de çıkış sağlanamaz. Aileci ve hanedanci ideolojisi, tüm kurulu egemen sistemlerin temeli, ktidar ve devletin proto-tipidirler. Toplumsal sorunların diğer bir kaynağı da dincilik, toplumsal inanç ile karıştırılamaz. Dincilik, esas olarak dini inancın katılaşarak iktidar-devlet ideolojisi haline getirilmesidir. Dincilik, Ortadoğu’daki farklı kimliklerin, çatışmalı kimlikler haline gelmesine neden olduğu gibi, demokratik inancin ve toplumlarin gelişmesine de engel olmuştur.
Diğer bir sorunsallık alanı da ulus-devlettir. İngiltere hegemonyacılığı ile geliştirilen ulus devlet, daha da kaotik bir durum yaratmıştır. Kapitalist modernite güçlerinin işbirlikçi kıldığı egemen kesimi, ulus devletin bekçisi olarak konumlandırmıştır. Gelinen aşamada sürekli kriz üreten yapı olarak ulus devlet iflas etmiştir.
Ortadoğu’daki ulus devletler, karşı-islam’ı en büyük örtü olarak kullanmaktadır.
Bunun son versiyonu da faşist İslam’dır. Radikali ve ılımlısı ile ayırt edilmeksizin, günümüzdeki siyasal İslam tipi olarak faşizmdir. Ortadoğu’da bugün yaşanan ekonomik ve politik bunalımlar,Avrupa uygarlığının son iki yüzyıllık hegemonyası ile bağlantılıdır. Kapitalist modernitenin birinci ve ikinci Dünya Savaşlarıyla Ortadoğu’ya ulus devlet statükosu ile müdahalesi, bölgeye savaş ve yıkımlardan başka bir şey getirmemiştir. Çünkü Ortadoğu çok kültürlü, çok kimlikli bir toplumsal dokuya sahiptir. Bu çok kültürlü politik dokuya, tek tipçi ulus devlet modelinin dayatılması, bir iktidar projesidir. Bu proje Ortadoğu’ya dışarıdan dayatılmış sorunlu bir projedir. Ve tam yüz yıldır Ortadoğu’ya sadece kan ve yıkım getirmistir. Gelinen aşamada, Ortadoğu kültürunun karsisinda,modernitenin ulus devlet sistemi, çökmüş durumdadır.
Şia milliyetçiliğinin temsilini yapan İran İslam devrimi, Ortadoğu’da hegemonya peşinde koşarken, ulus devlet sistematiği nedeniyle çöküşle karşı karşıyadır. İsrail, 7 Ekim süreci ile hegemonik güç olarak devreye girmiştir. Simdi bu da da Ortadoğu’daki güç dengelerinde yep yeni bir durum yaratmıştır Hamaney şahsında, İran İslam devrimi çöküş yaşanırken, Bununla beraber simdi İsrail Siyonist ulus devleti de Gazze somutunda büyük çelişki yaşıyor. Bunlar suan gozonunde yasanilan güncel çarpıcı örneklerdir.
Daha da derinleştirirsek son Sykes Picot’la, yani İngilizlerin böl parçala yönet politikası ile sınırları çizilen Ortadoğu’da, ulus devlet sistemi büyük bir çatırdama, hatta ondan da öte bu Sykes-Picot düzeni bir çöküyor.Sykes-Picot anlaşması, İngilizlerin bir projesi olarak,Ortadoğu’yu ulus-devletler şeklinde dizayn etme,bölme ve yönetme projesiydi.Ingilizler büyük ihtimalle önceden bugünkü
çözülüşü gördükleri için, 2010’l lı yıllarda başlayan Arap Baharı ile Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek istedi ve. Sykes-Picot yerine yeni bir düzen kurmak istedi. Bunu da Arap baharı ile denedi ve bunda mesafe de aldı. Ama Rusya’nın ve İran’ın müdahalesi ile bu İngiliz müdahalesi Esad rejimi üzerinde durduruldu. Bundandır ki İngilizler, Suriye’de Baas rejimini yıkmak için de Türkiye- AKP rejimi ile çok keskin bir ittifak yaparak Baas rejimi tarihe gömüldü ve resmen kapandı. Diğer Ortadoğu ülkelerinde de Müslüman Kardeşler önderliğindeki devrimler çöktü. İran İslam devrimi de çöktü. Islam’a dayalı devlet projesi, Skyes-Picot çözülüşünün alternatifi olarak geliştirilmişti. Adına da yeşil kuşak anlaşması dediler. Bu proje ile doğan kimi İslam devrimlerinin de hepsi şu anda büyük bir kriz içinde debelenmekte.
Ulus-devlet, laik modelinden İslamcı modeline ve molla rejimlerine kadar tumu derin açmaz içindeler.
Şimdi iİsrail bundan yararlanarak sınırlarını genişletmek istiyor. Oda başaramıyor ve bir kriz hali yaşıyor. Karmaşa giderek daha da derinleşecek. Klasik ulus-devletin çöküşü sonrası onun yerine getirilen İslami içerikli ulus-devlet veya siyasal İslam da iflas etmiştir. Son kırk yılda başta İran olmak üzere,diğer bütün ülkelerde onun da çöküşü yaşanıyor. Ancak petrol ile ayakta kalabiliyorlar. Petrol olmazsa ömürleri yirmi dört saattir. Petrole dayalı ne kadar yaşayabilirsin? Halklar özgür yaşam istiyor ve bunun için mücadele ediyor. Filistin hareketinin tabii ki yanlışlıkları oldu. Ulus devletçi çözüm ilkesinde ve ki devlete dayalı çözüm arayışında ısrar etmeleri Gazze somutunda Filistinliler’i bitirdi. Nasıl ki Ulus- Devlet Sosyalizmi 90’Iar da Moskova’da bittiyse, Ulus Devletçi İslami ütopya da simdi icinden gectigimiz Gazze’de bitti.
Türkiye’de ise parti olarak CHP ve Kemalist ideoloji, katı ulus-devlet ısrarı ile 90’lardan itibaren bitti.
İran ise Rusya ve Çin olmasa çoktan hepten bitmişti olacakti. Diğer Arap devletleri ise petrol ile yaşıyor.
Bu durum Ortadoğu’yu tarihin en kaotik durumuna sokmuştur. Dıştan ne kadar müdahale edilse de kurtarılamayacakları ortaya çıkmistir. Laik versiyon çoktan bitmistir ve islami versiyon da can çekişiyor.
Ortadoğu’da,tarihsel sosyolojinin temel konusu olan komünal toplum,temel bir varlık ve direniş gücüdür. Ve toplumun direniş dinamiği olan kabile, aşiret, devlet dışı inanç, mezhepler ve tarikatlar, tortu halinde de olsa günümüzde varlığını korumaktadır. Demokratik komünalizmin dayanacağı temel toplumsal unsur bunlardır. Burada gerek demokratik modernite kavramı ile kendini yenileyen Kürt Özgürlük Hareketi, gerek Kürdistan’ın inkâr edilmiş varlığı, bütün geleneksel imha siyasetlerine ve kırım hareketlerine rağmen alternatif bir güç olarak ortaya çıkmıştır.
Benim yaşadığım önderlik gerçekliğinin dünya çapında bu kadar kuşatılmasına rağmen, PKK kendini sürdürebildi. Hem hareket olarak hem de önderlik olarak günümüze kadar kendini taşıyabildi.
Somut sonuç olarak Kürt varlığı kesinleşti. Şimdi ise Ortadoğu’nun merkezinde çok güçlü bir Kürt varlığı söz konusudur..Kesinleşen bu Kürt ulusal kimliği, artık inkar edilemez bir gerçekliktir.
PKK kendini reel sosyalizm ile birlikte ulus-devlet olarak inşa etmek istedi ve başarılı olamadı. Var olan reel sosyalizmci ulus-devletler de çöktü ve hala ulus-devletleri olanların da kapitalizme hizmet dışında bir fonksiyonları kalmadı.
Yeni hegemonik güç olarak yükselen Çin’e dayalı Ortadoğu pek mümkün gözükmüyor.
Elini bile atacak durumda değildir.
İslami seçeneğin hiçbir diriltici özelliği yok,
İşte Kürdistan durum bu açıdan önemlidir. ABD ve Rusya’nın bile Kürt hareketinden bir türlü vazgeçmeyişi, dikkat etmesi, üzerinde önemle durmayı gerektirir.
Ortadoğu’daki halkların özgürlük umutları, bugün Kürdistan’daki özgürlük hareketinin
sürdürülmesine bağlı. Bunun çerçevesi demokratik modernitedir.
Kapitalist modernite kesinlikle iflas etmiştir, verebileceği hiçbir şey yoktur; kargaşa üretiyor, savaş üretiyor, yıkım üretiyor. Demokratik modernite çözüm ufku sunuyor. Esaslarını uygulamanın tam zamanıdır. BFilistin-İsrail ilişkilerinde uygulanacak
İbrahimi anlaşma dedikleri de budur. Filistinliler’i bir demokratik topluluk olarak düşünüyorlar. Büyük ihtimalle önümüzdeki günlerde bu ortaya çıkacak. Ve büyük ihtimalle Filistinliler de bundan
daha iyi bir seçenek bulamayacak. Yani ulus-devletçi iki devletli çözüm gidecek. Kıbrıs’ta da benzer bir durum yaşanacak. Kıbrıs’ta iki devlet iki ulus-devlet olmaz.
Muhtemelen orda da demokratik modernite sacayaklarına bağlı bir çözüm devreye girer.
Bu çözümler ibya için de gündemde olabilir. Kapitalist modernite kaosu derinleştirirken, demokratik modernite bir çözüm imkânı olarak gün yüzüne çıkıyor.ve anlaşılıyor. İşte bu gün Suriye’ de, Suriye Demokratik Güçleri ciddi bir seçenek olarak devrede. Kürt hareketi ideolojik ve politik örgütlenme perspektifi ve demokratik ulus formülasyonu olarak, İran, Irak’ta da bir seçenek.
Kesinlikle en ideal çözüm modeli, demokratik ulus modeli olarak karşımıza çıkıyor.
PKK’nin feshi bu bağlamda ele alınabilir. Yani bu fesih, kaotik Ortadoğu ortamında kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite perspektifi temelinde, demokratik toplum içerikli bir siyasi program ve onun barış politikasını geliştirmek içindir. Yani silahla değil barışla ve strateji olarak demokratik siyasetle alternatifi ile. Barış zaten demokratik siyasetin gereğidir.
Onun taktikleridir ve hukuki reformlarıdır. Bu,hukukla olur ve hukuk bunun olmazsa olmazıdır.
Demokratik siyaset, ahlaki temelli siyasettir. Demokratik siyaset eşittir etik politika.
Kürt sorununa bu temelde çözümle önderlik etmek için PKK’nin feshi söz konusu oldu.
Bunun yerine ikame edikecek olan da demokratik modernitenin sacayaklarıdır.
Demokratik modernite, ulus-devlete karşı demokratik ulus modelini geliştirir.
Ulus-devletin Ortadoğu’nun tarihsel toplumsal gerçeklikleriyle çelişki arz etmesi, demokratik ulusun geliştirilmesine zemin sunmaktadır. Demokratik ulus farklılıklara açık, esnek bir toplumsal örgütlenme modelidir. Ulus-devletin, milliyetçi, dinci, pozitivist ve cinsiyetçi zihniyetini rededen demokratik ulus zihniyeti, toplumu tüm farklılıklarıyla birlikte yaşatma modelidir ve bütünlüklüdür.
Bu temelde, tekleştirici ve homojenleştirici her türlü ideolojiyi reddetmektedir.
Ortadoğu gibi çok kültürlü, çok kimlikli bir coğrafyada başka bir çözüm seçeneği de yoktur ve olamaz
İkinci ayak ise,Endüstrializmin alternatifi olarak, komünalizme dayalı eko-ekonomi, geliştirilmektedir. Bu ekonomi biçimi, toplumsallığının komünal ekonomik geleneğine dayalı Ortadoğu’ya da uygundur. Geliştirilecek komünlerle hem yeraltı ve yerüstü kaynaklar topluma ait kılınacak hem de komünal paylaşıma dayalı üretim gerçekleştirilecektir Böylece endüstriyalizmin toplumda ekolojik alanda yarattığı tahribatları giderebilecektir. Mevcut kent politikaları, kültür politikaları, ekonomi politikalarının hepsi toplumu tanınmaz hale getirip muazzam bir yıkım yaratarak, Ortadoğu’nun tarihsel sosyolojik gerçeğine karşıtlık oluşturuyor. Ona karşı demokratik komünalite ilaç gibidir. Demokratik komünalite Ortadoğu tarihinin en net ifadesi en gerçekçi ve en özgürlükçü perspektifidir. Günümüz kapitalizminin dünya çapında çöküşü ve bunalımı, genelde yaşandığından daha derin haliyle Ortadoğu’da yaşanıyor. Bu derin çöküşe karşı da demokratik modernite temelli çıkış, reel sosyalizmin aşılması olarak da doğru ve olmazsa olmaz bir alternatiftir.
Yine demokratik modernitenin sacayakları hem reel sosyalizmin aşılmasında hem de kapitalist modernitenin yarattığı krizlerden çıkışta çözümün pratik imkânlarını sağlıyor. Yani sadece teorik bir program değil, günlük ekmek-su kadar pratik ihtiyaç halindedir. Bu bir model olarak bölgemizde Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği ve Ortadoğu Demokratik Konfederalizmi şeklinde formüle edilir. Tıpkı Avrupa Birliği veya Rusya’daki Bağımsız Devletler Topluluğu gibi.
e)- ENTERNASYONAL HEDEFLER….:
Hem kapitalist hem sosyalist sistemi esas alanlar, ulus-devlet modelinde ortaklaştılar.
Lenin bile ulus-devlet modelini aşamadı. Lenin Rusya’da, Mustafa Kemal Türkiye’de aynı tarihlerde, kendi toplumlarını benzer yöntemlerle örgütlemeye çalıştılar.
Anglo-Saksonlar’ın daha farklı bir yöntemi vardı. Almanlar faşist yöntemle bir çıkış yarattılar. Fransızlar daha. değişik bir yöntemle bunu başardılar. Bu iki yöntemin de krize girdiğini biliyoruz.Ulus inşasında izlenen liberalizm ve reel sosyalizm yöntemlerinin her ikisi de tıkandı.
Ulus-devletler Amerika’dan tut Avrupa’ya kadar çözülmektedir. Yeni Sağın yükselişi bu sistemin çözüldüğünü gösteriyor. Bu tespitler, kapitalizmin bir icadı olan ulus-devletlerin genel durumunu anlatmaya yetiyor.
Ulus-devletlere dayalı Birleşmiş Milletler de iflas etmiştir. Yerine konulması gereken
Demokratik Uluslar Birliği olabilir. Sadece ulus-devletleri değil, devlet olmayan ulusları da kapsamına almak zorundadır. Türkiye’de Erdoğan’ın dillendirdiği “dünya beşten büyüktür sözü önemli. Eğer Erdoğan görüşlerinde samimiyse, görüşlerinin somut ifadesi “Ulus-devletler ve Demokratik Uluslar Birliği” olabilir. Birleşmiş Milletler yanlış bir isim değil, ama içinde ulus-
devlet var, demokratik uluslar yok. Yani demokratik ulusları da bu birliğe dâhil edecek bir düzenleme gerekir. Beş hegemon gücün sultasından kurtulmanın yolu budur; devlet olmayan ulusları da dâhil ederek, BM daha demokratik bir yapıya kavuşturulabilir. Aslında BM’de gözlemci üye” diye bir konum var, ama yeterli değil. Devlet olmayan ulusların, BM’ye gözlemci değil, asli üye olarak katılması gerekir. Dolayısıyla “Dünya Demokratik Uluslar Birliği” demek, keşmekeşliğin ortadan kaldırılmasına katkıda bulunabilir.Bir ilke olarak demokratik olmayan, diktatöryal rejimlere de sınırlama getirilebilir. Bunu yapabilirler mi? Çok hayali bir şeye benziyor. Ama anlamlı bir milletler birliği, başka türlü kurulamaz. Ulus-devletler ortadan kalkmayacağına göre, onun demokratik bir dönüşüm yaşaması hayati önemdedir. İşte Demokratik Ulus paradigması, ulus-devletlerin bu demokratik dönüşümüne fırsat sunacaktır.Demokratik Uluslar Birliği de bunun genel ifadesi olacaktır. Eğer dünya beşten büyükse,
ancak böyle formüle edilebilir. BM reformu böyle olur. Ama bu da şu anda zor bir ihtimal.
Birinci Komünal Enternasyonale dair, Kürtler’in dört komşu ulus-devletle birliğini
entegrasyonla ifade ederken; diğer uluslarla olan ilişkilere de Komünal Enternasyonal diyoruz. Bu uluslarla ilişkiler,Komünal Demokratik Ulus adına geliştirilir. Sosyalizme dair geliştirdiğimiz yeni teorik kuramsal açılımların ve tarih-toplum analizlerimizin dünyanın diğer farklı
alanlarında yaşanan arayış ve mücadele deneyimleriyle buluşması, yeni sosyalist ideolojinin ve yeni mücadele stratejisinin gelişimine önemli katkılar yapacaktır. Bunun yanı sıra bölgesel ve küresel sosyalist çevreler arasında bu iletişim ve dayanışma, sosyalizmin inşasına da güç verecektir.
Bu amaçla uluslararası muhalif ve sosyalist çevrelerin katılımıyla Birinci Komünal
Enternasyonal’in toplanması, çok önemli bir ihtiyacı karşılayacaktır.

TEMEL STRATEJİ

Politik program, demokratik toplumdur.
Bunu ayrıntıları ile izah ettik. Her program stratejiye dayanır. Demokratik toplum programının stratejisi demokratik siyasettir. Stratejiyle program arasında sıkı bir bağ vardır. Demokratik siyaset yapıldığında bu, demokratik toplumu doğurur. Demokratik siyaset her türlü komünü bilinçlendirme faaliyetini, örgütleme faaliyetini, eylemsel faaliyeti, (seçimler de dâhil) gerçekleştirir. Stratejimiz silahlı savaş değildir. Mühim olan burasıdır. Çünkü biz PKK’yi feshederken, stratejisiyle birlikte feshettik. Neydi stratejisi? Ulusal kurtuluş savaşıydı. Bu da eşittir silahtı. Strateji ulusal kurtuluş savaşı olunca, araç da da silah olur. Dolayısıyla PKK’nin feshiyle birlikte stratejisi de kendiliğinden tasfiye oldu. Ulusal kurtuluş savaşı yerine hangi stratejiyi koyuyoruz? Demokratik siyaseti. Çünkü artık silah silah değil siyaset digoruz. Nedir bu siyasetin adı? Demokratik siyaset. Bu önemlidir. Ulusal kurtuluş savaşı stratejisi yerine demokratik siyaset stratejisi ikame ediliyor ve bu nettir. Mühim olan bunun içini doldurmaktır. Her alanda komün kurulması ve her türlü propaganda, örgütlenme. Şimdi burada silah yok, siyaset silahı vardır. Clausewitz,askeri savaşa yoğunlaşmış politika der. Biz buradan uzaklaşıyoruz. Siyasetin iyisi demokratik siyasettir. Toplumun siyasileşmesi komünleşmesi ve bunun için de her türlü bilinçle örgütlenme. Sağlıktan tut spora, ekonomiye, seçimlere kadar tümüne demokratik siyaset diyoruz.
Bu bir stratejidir ve son derece de önemlidir. Bunun ikinci büyük alanına gelecek olursak demokratik cumhuriyetle entegrasyondur. Bu birinci madde ile sıkı sıkıya bağlantılıdır. İikincisi Demokratik Cumhuriyet’le nasıl yaşayacağız. Çünkü nihayetinde demokratik siyaset, demokratik cumhuriyet içinde icra edilecektir. Demokratik siyasetle Türkiye Cumhuriyetini entegre edeceğiz.
Bu demokrasinin garantisi olur. Demokratik siyaset, demokratik toplumu şart kılar. Ama demokratik cumhuriyeti de gerektirir. Eğer cumhuriyet demokratikleşmezse entegre de olmaz. Faşist bir cumhuriyetle entegrasyon gerçekleştirilemez. Dolayısıyla demokratik siyasetin karşılığı Demokratik Cumhuriyet’tir. Onunla entegrasyon yapılıyor, bütünleşiliyor. Bu çok önemlidir ve amacımızı karşılıyor. Demokratik siyasetin partisi de olacak. Mesela DEM diyelim, kendini yeniden inşa etmek durumunda. Demokratik siyaseti zaten esas alıyor. PKK’nin aşılmasından sonra, kendini tüm cumhuriyet sınırları içine yayarak tüm toplulukların, tüm kesimlerin partisi olarak bir programa kavuşturacak ve bir de entegrasyon siyaseti yürütecek. En önemlisi budur. Buna demokratik cumhuriyet partisi demek uygun olabilir. Büyük ihtimalle kendi aralarında tartışırlar DEM yerine demokratik cumhuriyet ismine gidebilirler. Bu, son derece isabetli bir isim olabilir. Tabii bunun yeni organizasyonunu, oluşturanlar belirleyecekler. Biz sadece isim öneriyoruz.
En önemli görevlerinden birisi demokratik toplumun demokratik siyasetle inşa edilmesi ve cumhuriyetle entegre edilmesidir. Bu maddeyi somutlaştırmak DEM’in en önemli gelişmesi ve başarısı olacaktır. Entegrasyonu her alanda savunmamak ve pratikleştirememek başarısızlık olur.

TEMEL TAKTİKLER
Gelecek perspektifine dair değerlendirmeleri hem teorik hemde politik ve stratejik olarak ayrıntılı sunduk. Perspektifin taktik temeli ise iki alanda ifadesini bulur. Bunların birincisi bütünsel hukuk, ikincisi de öz savunmadır.
a)-BUTUNSEL HUKUK…:
Temel hukuk, eylemsel alanı ifade eder ve stratejinin siyasi gerçekleşmesi hukukla olur.
Hukukun temeli haktır ve hak mücadelesi insanlık mücadelesidir.
Devlet yetkilileri her gün ,Türkler ve Kürtler binlerce yıldır kardeştir diyorlar.
Peki, Türk Kürt kardeşse neden kardeş 0lan Kürd’ün hukukunu tanımıyorsunuz?
Doğaldırki Arap’ın, Türk’ün, Acem’in hukuku varsa Kürd’ün de hukuku olacaktır.
İç cephenin güçlendirilmesi deniyor. Doğaldır ki buda demokratik entegrasyon, demokratik toplum, demokratik siyaset alanlarının tümüne hukuki temel gerektirir. Hukuk varlığın somutlaşması yasal güvenceye kavuşarak statüleşmesi için zorunlu koşuldur. Hukuk olmadan varlık somutlaşıp bir statüye kavuşamaz. Hukuki güvencele dolmadan demokratik siyasi mücadeleden bahsedilemez. Çünkü demokratik siyasal mücadeleyi mümkün kılan, ona güvence ve zemin sunan şey hukuktur.
Dolayısıyla demokratik siyaset stratejisinin uygulanabilmesi için, temel taktik alan olarak hukuk vazgeçilemez bir karakterdedir. Hiçbir halk statüsüz olmaz. Statüyü, ulus-devlet veya onunla bağlantılı federasyon, özerklik gibi yapılarla sınırlayan anlayışı aştık. Bunların çözüm olmadığı olmayacağı ideolojik-politik bakımdan ortaya kondu.
İşte güneyde federe bir Kurtyapı var. Bu yapı, Kürt varlığı ve ulusallığı için bir çözüm getirebildi mi? Bu model çoktan aşılmış milliyetçiliğin ilkel bir versiyonu ve gerçekleşmesidir.
Bu rejimin, halkın ve ulusun çıkarı ve temsiliyeti ile ne alakası var? Orada halkın demokratik katılımı yoktur. Bu tür yönetim anlayışları toplumcu demokratik yönetimler değildir. Bizim “judernat” dediğimiz o adı geçen anlayışın temsilidirler.
Biz statüyü, demokratik toplum kurumlaşması olarak görüyoruz ki bunun yolu yasal ve anayasal hukuktur. Bu hukuk, Kürt halkının kendi kimlik ve kültürünü yapılandırıp geliştirmesine güvence olacaktır.Klasik ulus devlet rejiminde çözüm arayan formülasyonlar artık çağ dışıdır. Aslolan demokratik toplumun varlık ve kimliğinin güvenceye alınmasıdır.
Hukuk, aynı zamanda bir öz savunma alanıdır. Dolaysıyla hukuki alt yapı ne kadar güçlü olursa, kimliklerin ve kültürlerin varlığı ne kadar hukuki güvenceye alınırsa, ulus-devletin varlığı ortadan kaldırmaya yönelik politikaları da o kadar sınırlanır. Hukuk, bütünsel hukuktan bahsediyoruz. Kimliksel ve kültürel hakları yasal ve anayasal hukuk bünyesinde bütünsel temelde ele alan bir hukuktur bu bahsedilen Demek ki hukuk varlıkla ilgilidir. Dolayısıyla yasal, anayasal temel olmadan sosyal varlıktan da siyasal yaşam ve mücadeleden de bahsedilemez.
b)- ÖZ SAVUNMA….:
Bu çok hayati bir konudur.
Niçin silaha sarıldık? Varlığımızı korumak için. Varlık tehdit altında mı? Evet. Sadece tehdit altında da değil, bir kırımla da karşı karşıyayız.Bu inkârı ortadan kaldırmak, varlığımızı garantiye alma için silaha sarıldık. Eğer varlığımız garantiye alınırsa elbette ki mevcut silahlı düzeni, silahlı cepheleşmeyi sürdürmek anlamsızlaşır. Fakat tekrar söylüyorum, silah keyif olsun diye ele alınmadı Elli bine yakın insanımızı şehit verdik. Onların dökülen kanı asla boşa gitmediği gibi, varlık bu değerler üzerine inşa edilmiştir. Ne kadar zor da olsa, ne kadar istemesek de böyle olmuştur. Dolayısıyla biz,artık bu kanlı çatışmadan uzak duralım ve sona erdirelim diyoruz. Kürt savunması nasıl olacak? Bırakılan Ulus-devlettir, öz savunma değildir. Ulus-devlet aslında bir savunma zırhı olarak düşünülmüştü. Bu zırh bizim için uygun olmaz dedik. Bunu amaçlamıyoruz. Sonuç itibariyle öz savunma hakkı, hukuk veya farklı bir güvenlik sitemi ile güvenceye alınması gereken vazgeçilemez bir gerekliliktir. İşin özü budur.
SÖZÜN ÖZÜ
Buradaki felsefe masasında, komünün ve kadının ekseninde olduğu bir yoğunlaşma süreci yaşandı. Dünyadan izole edilmiş küçük bir adada dünyanın sorunlarına, insanlığın çözüm aradığı birikmiş dertlerine çözüm arandı. Buna, teorisini oluşturduğum komünalitenin ilk gerçekleşme pratiği diyorum. Burası, komünalitenin kök hücresi rolünü oynayabilirse, masanın hakkını vermiş olacaktır.
Felsefi komünümüzün her elemanının sırtına dünyanın yükünü yığmış olabilirim; ancak bugün, bu çağ ve bu coğrafyada yaşadığının bilincinde olan her komün üyesinin bu yükü sırtlamayı bir varlık bilinci olarak edinmiş olduğunu varsayıyorum.
Komünalitenin ruhunu yaşamak demek, kendinde geleceği inşa etmek demektir; topraklarına, halkına, tarihine, kültürüne bağlılık demektir.Komünalite etik-estetiği içinde barındırır. Etik, komünalitenin özgür bilinci ve iradesidir. Komünalite,müthiş özgürlük bilinci iradesi edinmek zorundadır. Bu edinilmeden ne komünalist olunur ne demokratik toplum inşa edilebilinir. Bu da yetmez;komünalitenin etik ve özgürlük bilinci ve iradesi demokratik toplum somutunda açığa çıkması gerekir.
Demokratik toplum özgür iradeli toplumdur. Etik, estetik komünalitenin yaşam ilkeleridir.
En genel anlada estetiğin konusu güzelliktir. Burda komünalitenin estetiği toplumsallığıdır
Yani bu toplumsal forum,en güzel en iyi, en doğru komünal yaşam ve toplum olarak ifadeye kavuşur. Komünün etik ve estetik anlayışı, hem en iyi, en güzel ve en doğru olarak demokratik toplum arayışını hem de onun inşasını belirler. Felsefe masamızda ısrarla bir konunun üzerinde durdum: Komünsüz özgür bir kadının olamayacağı bilinmelidir. Her yere kadın komünleri inşa edilebilir. Yaşamın olmazsa olmaz değeri komündür. Kadın eşittir komünalliktir. Kadın, Tanrıça İnanna’nın elinden alınan değerleri yeniden kazanmak istiyorsa, bunun vazgeçilmez aracı demokratik komündür. Komünal yaşamın özü Zagroslar’da var, o dağlarda insanın büyülenmemesi için hiçbir neden yok. Cilo müthiş, dağların zenginliği müthiş. Bunun etrafında komün örgütlemek bana göre şiir gibi bir yaşamı inşa etmektir. Büyülenmemek mümkün değil. Oradaki kölelikle savaşmamak acı vericidir. Özgürlük arayışçıları o dağlarda yirmi bine yakın şehit verdi. Anılarını sürekli canlı kılmanın yolu, barış içinde en iyi komünü inşa etmekten geçer. Tarihte Zagroslar komünal yaşamın beşiğidir. Bugün de aynı rolü oynamasının önünde hiçbir engel kalmamalıdır.
Sık sık kendime hatırlattığım bir şey var; Kendi köyüme gitsem, bulutlara özgürce bakacağım, çocukluğumda yürüdüğüm bütün yollara, güzel bir özgürlük yürüyüşüyle karşılık vereceğim, bütün o indiğim derelere, kokusunu aldığım topraklara daha özgür bakıp koklayacağım.Ve dünyanın heyecanını vereceğim. Bu kadar mücadele ediyoruz ya,Sonunda bir özgürce bakış. Özgürce bir ruh, derince bir anlam. Evreni göğü anlıyorum.Bundan daha değerlisi olur mu? Toprağın kokusunu alıyorum,
Bundan daha değerlisi olur mu? Ve insanlarla ilişkiler!
Bundan daha heyecanlısı olur mu? Ve oyun oynadığım o derelerde, tepelerde yeniden çocuklarla buluşmalar, ne kadar heyecan verici! Ve kadınlarla özgürce buluşmalar!
İşte o tarihten beri, tanrıçanın dile getirdiği,
Bu mücadelenin karşılığı dünyaya özgürce bakmak…
SONUÇ BİLDİRGESİ:
Aralıksız 10 gündür oldukça kapsamlı yaptığımız değerIendirmeler ışığında bazı önemli hakikatlere ulaşılmıştır.
Bunlardan birincisi, evrendeki değişim ve dönüşüm yasasıdır. Evrende değişmeyen tek şey değişimdir denilir. Aslında bu tespit doğru olmakla beraber yetersizdir. Bunu, evrendeki değişmeyen tek şey değişim ve dönüşümdür biçiminde formüle etmek, daha gerçekçidir ve somut durumu daha iyi ifade ediyor. Değişim var, ama dönüşüm de var. Dönüşüm olmasaydı, evrende bu çeşitlilik ortaya çıkmazdı. Evrensel hakikati ifade etmek açısından, “değişim ve dönüşüm” yasasını tespit etmek gereklidir. Buna, birinci hakikat dememizin hiçbir sakıncası yok. Belki de en doğrusudur.
İkincisi hakikat ise, toplumsal doğanın insana dayalı gelişmesidir. Birinciye fiziki doğa dersek, ikincisine de toplumsal doğa demek doğrudur.
İkinci doğanın farklı karakterde olduğu ve Farkındalığın insan türeyişinin toplumsallığı ile ilgili olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. İkinci büyük hakikat, toplumsal doğanın en belirgin vasfının insana dayalı olarak gelişmesidir. İnsanın en temel vasfı bilince ve düşünceye toplumsallık özelliğidir. Şüphesiz diğer canlıların da topluluk tarzı bir yaşamı vardır. Hatta bitkilerin bile böyle bir yaşamından söz edilebilir. Bunu atoma kadar götürebiliriz. Buradaki farklılık, bilindiği kadarıyla, insan türünde başta simgesel düşünme olmak üzere, düşünce yeteneğinin gelişmesi ve bu düşünce temelinde insan toplumsallığının oluşmasıdır.
Bu ise evrendeki,doğadaki toplumsallıklardan farklı bir toplumsallık olarak gerçekleşir. Komün temelli ortaya çıkmayı, düşünsellikle, zihin durumuyla izah etmek mümkündür.
Halen “ne”liği tartışılan bu zihin, düşünce durumu, insanı diğer türlerden ayıran ve her türlü insani düşüncenin bambaşkalığını oluşturan bir toplumsallıktır. Bu toplumsallığı da başından itibaren klan veya komün olarak değerIendirmek hiç yanlış değil. Bu konuda da oldukça aydınlatıcı tartışma yapıldığı söylenebilir.
Üçüncü hakikat ise, tarih sınıfların savaşı değildir ve komünalite ile devletli uygarlığın savaşıdır. Bu toplumsallığın sorunsallaşması, cinsiyet temelinde olmuştur. Ana kadın toplumsallığı, toplayıcılığın klan toplumunu oluşturma karakterindedir. Erkek cinsiyetinin ayrışması ve avcılık temelinde bir toplumsallığı geliştirmesi, onu hegemonik bir kimliğe büründürmüştür.
Bu kimlik, ana- kadına dayalı toplumsallığı gasp etmiştir, talan etmiştir, köleleştirmiştir.
İnsana dair gerek antropolojik, arkeolojik, etimolojik tüm araştırmalar, gerçeklikler ve hakikatler, böyle bir darbenin, dolayısıyla da sorunsallığın mevcudiyetini çok açıkça ortaya koymaktadır. Bu sorunsallık, ana kadına dayalı klanı ve komünleşmeyi ikiye yarmıştır. Ve bunun adı da toplumsal tarihdeki ilk sorunsallıktır. Toplumdaki bu ilk sorunsallık, avcı kulübü diyebileceğimiz bir erkek egemen klik veya çete gurubunun, ana kadın etrafında oluşan toplumsallığın karşısında konumlanmasıdır. Siz adına ne derseniz deyin biz bu guruba toplumsal ve bilimsel bir ifade ile “kastik katil” diyoruz.Bunların ana kadın etrafında oluşan toplumsallığın karşısında bu ilk konumlanması, toplusal tarihteki ilk toplumsal sorunsallıktır Bu çatallasma durumu hala derinleşerek devam ediyor.
Bu çatallaştırmanın bir tarafında egemenlik kuran, köleleştiren, sömüren bir gerçeklik yer alırken, diğer tarafta ezilen, baskıya uğrayan, sömürülen, soykırıma uğrayan öteki gerçeklik yer almaktadır. Biz buna üçüncü hakikat diyoruz. Üçüncü hakikatin temel özelliğini Somutlaştırırsak; bir tarafta kent, sınıf ve devletleşmeye dayalı erkek egemen gücü, diğer tarafta gittikçe kırsallaşan, ezilen, sömürülen, kendini yaşatmak için çöllere dağlara sığınan bir ezilen kesim. Komünün gaspına dayanan ve sürekli onun üzerinde yükselerek büyüyen devlet aygıtı. Ki devleti tekrar tarif edersek, kendini tanrı kral ilan eden, ideolojisini oluşturan, kentte yoğunlaşan, sınıfsallaşan, efendileşen ve bunu da çeşitli düşüncelerle kamufle eden, kendini ulaşılamazlığa, bilinemezliğe büründüren bir aygıttır. Dolayısı ile halen çözümlenmesi güç olan bir aygıt olarak varlığı devam etmektedir.
Diğer tarafta esas komün karakterinde olan, komününü hiç yitirmeyen, ama dağıtılarak parçalanan, çöllerde ve dağlarda güçlükle varlığını koruyan, komün diyebileceğimiz bir toplumsal yapılar var. Tarihte bu büyük parçalanma olmuş mudur? Evet pek çok veri bunun olduğunu gösteriyor. Hatta günümüzde bile oldukça gelişkin bir biçimde var olduğunu bütün araştırmalar, gözlemler açıkça göstermektedir. Buna da bütünleyici bir isim verirsek, uygarlık diyoruz.
Bunun karşısında yer alan ve toplumsal olan butun örgütlenmeye de komünalite diyoruz. Doğrusu da budur. Uygarlık ve komünalitenin bir ikilem oluşturduğu ve bu ikilemin sorunun başından beri insanlığı karşı karşıya getirdiği bir hakikattir. Çeşitli tarihçiler buna farklı yorumlar getirmiştir. Bizim de mensubu olduğumuz sosyalist veya reel sosyalist eğilimler ise buna sınıfsal savaşım demiştir. Tarihsel Materyalizm buna sınıfların savaşı gibi bir tarif yapmıştır. Bu tanımın çok yetersiz kaldığı, belki kapitalist moderniteyi izah edebileceği, fakat bütün insanlık tarihini ifade edemeyeceği ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla tarih esasta sınıfların savaşı değil, komünalite ile devletli uygarlığının savaşıdır. Tarihi bu biçimde bir ikileme tabii kılmak, bu ikilemin tarih boyunca işlediğini ortaya koymak daha gerçekçi ve hakikati ifade eder niteliktedir. Bu da üçüncü büyük hakikati ifade ediyor.
Bütün tarih biliminden, onun antropolojik, hatta sosyolojik yorumundan yararlanarak bu sonuca ulaştık. Dolayısıyla gerek ütopik sosyalistlerin değerlendirmeleri; gerekse daha da ötesinde M.Ö.800 ile 200 arasında “eksen çağı”nda yaşanan komünalist ideolojilerin yükseliş süreçlerinde bu hakikat net olarak karşımıza çıkıyor. Kapitalizme karşı da ütopik veya reel sosyalizmin yükselişiyle kendini daha da gün yüzüne çıkaran bu mücadele, komün komünalite güçleri ile uygarlık ve kapitalist modernite güçlerinin savaşı olarak karşımıza çıkıyor. Böylesine çarpıcı bir değerIendirmeyi geliştirdik. Dolayısıyla reel-sosyalizmdeki gerçekçi olmayan ve gerçekçi olmadığı da iç nedenlerle çöküşüyle birlikte ortaya çıkan bu sosyalist anlayışa karşı; daha gerçekçi tarihsel yürüyüşü doğru ifade eden, komünalite ve uygarlık yarılması biçiminde günümüze kadar gelen; günümüzde de adına kapitalist modernite ve demokratik modernite karşılaşması dediğimiz hakikat ortaya çıkıyor. Özellikle reel sosyalizme karşı bizim en önemli eleştirimiz, bu noktada ortaya çıkıyor. Bu da her halde önümüzdeki dönemi belirleyecek bir temel sosyalist ilke olarak kendini ifade edecektir.
Dördüncü büyük hakikatimiz, tarihte Kürt ve yerleştiği toprakları tarif etmek biçiminde olmuştur. Bunun da temel özelliği; Afrika’da vücutlaşan bir türün dünyaya yayılışında ikinci büyük durak olarak karşımıza çıkan Zagros-Toros sisteminin çizdiği kavisin içinde ve dışında, eteklerinde ve ovalarında en az 300 bin yıllık bir tarihi birikimin yepyeni hatta bugünkü moderniteyi de ortaya çıkaran bir ön modern, bir proto modern aşama yarattığına ilişkindir. Milyonlarca yıl Afrika’da iki ayak üzerinde yürünmüş, bazı sesler ve işaretler ortaya çıkmışsada, ama asla bir kalıcı kültüre ulaşılmamıştır. Afrika’da milyonlarca yıl sürmesine rağmen o sınırlarda kalmış bu insan türü Mezopotamya’ya gelince; anacıl toplumun dil ve kültüründe büyük gelişme yaşanmıştır. Aşağı yukarı 300 bin yılda -bazıları 200 bin, bazıları 100 bin, bazıları elli bin yıl diyor- burada büyük yoğunlaşma meydana gelmiştir. Bu yoğunlaşma kendini günümüze de taşırmıştır. Halen Arabistan yarımadasında ve Afrika’nın kuzeyinde kullanılan Sami dil grubu; Asya’nın kuzeyinden Doğu Avrupa’ya kadar tüm Avrasya’nın bir bölümünde Ural-Altay dil ve kültür grubu gelişmiştir. Ancak bunların ikisi de gerek komünalitede,gerek uygarlaşmada ciddi bir gelişme ortaya koyamamıştır. Tam tersine, ikisinin arasında yükselen büyük uygarlaşmanın ve komünalitenin yaratıcısı olan Aryenler’in ya etkisi altında kalmışlar ya da zaman zaman saldırarak gelişimini engellemeye çalışmışlardır. İnsanlık tarihinin esas gövdesi verimli hilalde denilen bölgede gelişmiştir. Verimli hilalde yükselen kültür, halen bütün izleriyle duruyor. En son Karahantepe ve Göbeklitepe’de açığa çıkanlar, bu kültürün, günümüze kadar ulaşan izleridir.
Ki Göbeklitepe benzeri 200’e yakın yer olduğu tespit edilmiştir. Bu topraklar ilk kentleşmenin, köyleşmenin, kültürleşmenin yaşandığı yerlerdir. Hem ana kadın eksenli gelişen komünalite, hem onu baskı altına alan erkek egemenlikli kültür, kesinlikle burada zirve yapmıştır. Bu gelişmelerin merkezinde de Proto Kürt dediğimiz gruplar yer almıştır. Bunun tarihi en az 15 bin yıl öncesine götürülebilir. Çünkü etimolojik çalışmalar, bizzat coğrafyadaki nüfusun durumu, hala yaşayan kabile gerçekliği, hatta üretim gerçekliği, dil ve diğer kültürel unsurların mevcudiyeti bunu açıkça ortaya koyuyor. Eğer Kürtler için bir arka tarih aranılacaksa, Sümerler’in başlattığı yazılı tarih dönemine kadar bu gerçekliklerde aranmalıdır. Buna ilk kültürlenme proto-Kürt gibi kavramlarla yaklaşmak mümkün. Ki Sümerlerden günümüze ulaşan yazılı kaynaklarda da proto-Kürt oluşumun izlerini görmek mümkündür. Sadece bir kelimeyi çözmek bile hakikati apaçık ortaya çıkarmaktadır.
Bunlardan birisi Sümerler’in baş tanrıçası Ninhursag dır ve bunun da kökü Kürtçedir. Proto Kürtçesinde kullanılan bir kelimedir. Nin,kelimesi kadın, Kur dağ, Sag parça dır. Yani dağ bölgesinin kadın tanrıçası demek Hurriler bu kültüre dayanıyor, Urartu buna dayanıyor. Sonuçta hepsi bu coğrafyayı ifade ediyor. Demek ki Sümerler’in etimolojik olarak dağ Kürtlerini esas aldıkları, belki de onlar olduğu; basit bir kelimeyi bile çözdüğümüzde bile kendini ele veriyor.
Sümer sonrasında Persler de aynı etkileşim içindeler. Persler’in, proto-Kürtle geliştirdiği ilişkiler ve kültürel etkileşimler, dünyanın ilk imparatorluğunu ortaya çıkarmıştır.
Bunun yazılı kaynakları var; Dara (Darius) sütunlarında bu kendini gösteriyor. En son Asur-Med çarpışması yüz yıllarca sürmüştür ve tüm tarihi kaynaklarda ayıntılı olarak yer almıştır. Dolayısıyla böyle bir hakikati kanıtlamak zor değildir. Grekler de, Kurdiyan kelimesini kullanıyorlar. Kurdiyan veya Kurti Kürt kelimesinin kökenidir..Bütün bunlar Grek edebiyatında epey karşımıza çıkar. Zaten Heredot tarihinin dörtte üçü Zagros-Toros sisteminde yaşanan gelişmelerle ile ilgilidir. Proto Kürt derken kastedilenler bunlardır.
Orta Çağ’a geldiğimizde zaten İslami çıkışla birlikte Kürtler Ekrad olarak karşımıza çıkar. Orta Çağ’da Arap edebiyatında açıkça ifade edilir. Türkler’in Ortadoğu’ya gelişiyle birlikte de Selçuklular bizzat kürdistank avramını, bir eyalet, bir ülke kavramı olarak kendileri kullanmıştır. İran dilinden yaralanarak ve biraz da İranlılaşarak veya İran dil ve kültürüne dayanarak Kürdistan eyaletini veya ülkesini bizzat hakikat olarak alırlar.
Osmanlı’da bu daha da kapsamlı bir biçimde eyaletler, vilayetler, hükümetler, ocaklar biçiminde ifade edilir. Demek ki bir Kürdistan hakikati var. Oda Kur kelimesinden geliyor. Kur dağ ülkesi demektir. Sonuçta Kürt de ,Dağ halkı gibi bir anlamı içeriyor. O gün bugündür, ovalarda teşekkül eden uygarlıklardan dağlarda sıkışmış olarak varlıklarını korurlar. Ovada yükselen Sümer tanrı kralları daha sonra bizzat tanrının elçisi olduğunu iddia eden Şahlar, Sultanlar ve değişik isimlerle kurulan o erkek egemen güçler tarafından sürekli sıkıştırıldıkları için, dağlarda,küçük komünlerinde, kabilelerde kendini yaşatmaya çalışan tarihi gerçeklikleri var.Bu gerçeklik günümüze kadar varlığını sürdürüyor, buna ilişkin de epeyce kapsamlı değerIendirmeler yaptık. Dördüncü büyük hakikat budur.
Bir kez daha ifade etmek gerekirse; insanlık tarihi komünalite ve devletli uygarlık ikilemi ekseninde gelişmiştir. Esas olarak toplum komünaldir. İkinci doğa, ancak komünalite ile tanımlanabilir. Proto-Kürtler de esas olarak komünaliteye, komüne dayalı olarak vücut bulmuşlardır. Kabile, aşiret gerçekliği komünaliteyi ifade ediyor. Kürtler komün, kabile ağırlıklı bir toplumdur. Kentleşen, sınıflaşan ise devletli uygarlıkları ifade ediyor. Bu ikisinin sürekli çekişmesi bir vaka, bir gerçekliktir. Ve Kürt tarihini bu bağlamda değerIendirmenin daha ufuk açıcı, gerçekliği daha iyi ifade edeci olduğunu büyük bir açıklıkla ortaya koyduk. Genel hatlarıyla da olsa ortaya konulan bu tarihsel hakikat günümüz sorunlarına olduğu kadar çözüm olanaklarına da ışık tutmaktadır. Dolayısıyla buna dördüncü büyük hakikat dememiz yerindedir.
Beşinci büyük hakikat; PKK bağlamında ortaya çıkmıştır. PKK bağlamında oldukça karmaşık bir konuyu, çok kısa bir şekilde, hem de çok şiddetli bir isyancılık temelinde ifade etmek oldukça güç olmakla birlikte, beşinci büyük hakikat olarak adlandırmak gerekiyor. Beşinci büyük hakikat PKK gerçekliğidir, ona dayalı hakikatlerdir. PKK’ye gelirken; olmayan ama inşa edilmesi gereken Kürt gerçekliğinden, bir Kürt tarihinden bahsetmemiz gerektiğini belirterek, PKK’nin bu temelde vücut bulduğunu vurgulamak gerekir.
PKK ortaya çıkarken modern çağın bazı kavramlarıyla; ulus kavramı, sınıf kavramı, ulus-devlet kavramı, sosyalist düzen kavramı gibi kavramlarla kendisini ifade etmeye çalıştı.Yine sömürge?anti sömürge,emperyalizm ezilen ulus gibi kavramlarla yola çıkan bir hareketti ve başlangıçta çok sınırlı bir tarih bilinci vardı. Tarih bilinci bizzat kurucu tarafından sömürge Kürdistan tanımıyla temellendirilmiştir Bu temellendirmede oldukça açılmaya müsait bir hakikat gizlidir. Dönemine göre sömürge kavramı çok açımlayıcı ve geliştirici olmuştur. Kürdistan’ı sahipleniş ülke anlamında oldukça açımlayıcı ve geliştiricidir. Mücadele geliştikçe, özellikle ideolojik mücadele yoğunlaştıkça, karşı karşıya olunan güçlerle hem ideolojik, hem politik, hem askeri savaşım arttıkça, tarih bilinci biraz daha kendini hissetirmeye, kendini açığa vurmaya başlamıştır. Bu bildirgemizde de ifade ettiğimiz gibi, proto-Kürt tarihi, geniş bir coğrafyada hatta genel olarak insanlık tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kürt tarihinin ikinci aşaması olarak “örtük tarih”, yani yükselen uygarlık güçlerine karşı özgünlüğünü yitiren ve onların gölgesi altında varlığını sürdüren bir tarihtir. Özellikle Persler’den itibaren, hatta öncesi de olan -ki bunu Sümerlere kadar uzatmak mümkün- örtülü gelişmiş bir tarih vardır. Hangi komşu uygarlığı raştırırsan araştır, içinde örtülü bir Kürt tarihi ortaya çıkıyor. Persler’de bu çok somut; Asurlar’da bu var, Babil’de var, Sümer’de var. Daha sonra bu devam ediyor. Helen çağında Helenistik tarihte resmen bir Kurdiyan tabiri ortaya çıkmış. İlk tarih yazarı, tarihin babası Heredot’ta bolca vardır. Bana göre Heredot tarihi bile temel alınarak, Kürt tarihi hem de bilimsel ölçülerle ortya konulabilir. Ama yine de oldukça örtük bir tarih olacaktır. Orta Çağ’da da Arap tarihiyle bağlantılı, İslam tarihi içinde çok gizlenmiş ama çok yaygın örtülü Kürt tarihi var. Diğer taraftan, 1000’Ierden itibaren İslam tarihiyle birlikte Türk tarihi çinde, zaman zaman başat ama büyük kısmı da örtülü olarak kendini sürdüren bir Kürt tarihi var.
Bu da aşağı yukarı 19. yüzyıla kadar gelen bir tarihtir. 19. yüzyıldan itibaren farklı bir tarih ortaya çıkıyor. O da örtük tarihin işbirlikçilerinin, eski statülerini arayan, kapitalist modernite nedeniyle elinden bu imkân çıktığı için buna isyan eden mirlik, şeyhlik ve önderlikli isyanlar dönemidir. Hepsi de felaketle sonuçlanıyor. İşte 1806’da Süleymaniye’de başlayan Babanzadeler’in ilk isyan denemeleriyle birlikte giderek bir yokluğa doğru tam inkârla sonuçlanan bir dönemin içine girilir.
Örtük Kürt tarihi gidiyor, yerine imha ve örtük tarih dönemi başlıyor. Doğru mu? Doğru.
Çok sayıda 19. yüzyıl isyanları var. da 20. yüzyılın başlangıcında da isyanlar var.
Bir imha süreci yaşanıyor. İkinci dünya savaşından sonra da neredeyse ölüm sessizliğine bürünme dönemi var. Birinci döneme “imha” dersek, ölüm sessizliğinin hâkim olduğu ikinci döneme inkâr dönemi diyebiliriz. Kürt yok Kürdistan yok; tarihe gömülmüştür. İşte tarihe gömüldü tabiri bu dönemde kullanılmıştır. Her yerde, her parçada aynı durum vardır.
PKK ortaya çıktığında, böyle katı bir inkâr ortamında iki kelimelik bir sloganla tarih yaratmaya, gerçeklik oluşturmaya kalkışmıştır. Burada bir milli gerçeklik var, burada bir ulus var; şöyle bastırılmış, şöyle ezilmiş denilerek buna sahiplenilmiştir. Sonuçta elli yılı aşan bir mücadele ile bir kanıtlanma var. Nedir bu? Kürtler tarih boyunca vardır ve bir ulustur. Ana hatlarıyla ortaya koyduğumuz gerçeklik budur. Temel hakları gaspedilmiştir ve dolayısıyla hak talepleri karşılanmalıdır denilerek ve karşılanması için silahlı mücadele startejisine sarılınmıştır.
Ne kadar ilkel donanımlı olursa olsun bu savaşım verilmiştir ve sonuçta işgal eden, sömürgeleştiren, kırıma uğratan güçlerden daha fazla Kürtler’in kendisine bu bilinç kabul ettirilmiştir. Geliştirilen gönüllü köleliğe ve gönüllü inkâra büyük darbeler vurulmuştur. Bu etkili ve sarsıcı olmuştur. Sonuçta Kürt varlığı dediğimiz gerçeklik kabul görmüştür. Adına ulusal varlık veya Kürt varlığı dediğimiz gerçeklik gün yüzüne çıkmıştır. İşte bu döneme PKK gerçeklik dönemi diyebiliriz. İnkâr ve imha dönemi ikiyüz yıllık bir tarihe sahipse; PKK Kürt gerçekliği de elli yıllık bir tarihe sahiptir. Bana göre bu oldukça ciddiye alınması gereken, önemli bir tarihsel dönemdir. Dolayısıyla Kürt tarihini, böyle dört büyük bölüme ayırmak mümkündür. Kürt varlığı realitesinin kabulünde PKK’nin ideolojik zemini hayati ve önemli bir rol oynamıştır. Hatta reel- sosyalist gerçekliğin payın da inkâr edilemez, Cünkü arka cephesinde o dünya vardi ve o dünyadan esinlenmiştir. Ve Kürt gerçeğini ulusal kurtuluş savaş stratejisiyle realize etmiştir; yani gerçekleştirmiştir. Ama bundan daha öteye gitmek istediğinde, yani bir ulus-devlet olmaya doğru gittiğinde büyük bir çıkmazla karşılaşmıştır. Reel-sosyalist gerçekliğe baktığımızda bu çıkmazın iç nedenleri vardır. Bizzat reel-sosyalizmin çözülüşünde bu nedenler rol oynamıştır.
PKK de benzer durumdan kurtulamamıştır. Demokratikleşemiyor ve burjuva ulus anlayışından kurtulamıyor. Bağımsız birleşik bir ulus diyorlar ama bunun da ne sosyal temeli vardir ne tarihsel temeli vardir. Ne de konjonktör buna müsade ediyor. Dolayısıyla aşırı bir tekrar, aşırı bir çıkmaz yaşıyor. Bundan çıkılması gerektiği aslında fark ediliyor ama bir türlü çıkılamıyor.
Sonuçta bu konferansla birlikte derinliğine yaptığımız bu tartışmalar, bunun feshinin isabetli olacağını açıkça ortaya çıkarmış bulunuyor. PKK’nin kurucu kişiliği bizzat şahsi iyi niyet çağrısı yaparak bunu da dünyaya duyurmuştur. Yani Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı tek taraflı iyi niyet ifadesidir. Ve bu da PKK dönemini kapatmıştır. Bu çağrı, gerek bir reel-sosyalist programa sahip partiye ve gerekse onun stratejisi olan ulusal kurtuluş savaşına; parti olarak son vermeyi uygun görmüştür.
Çağrının özü budur. Bu sadece bir ilan değil, uygulanmasının da tarihi önemde olduğu bilinerek, geleceğimize ışık tutan altıncı büyük hakikat olarak ortaya çıkıyor.
Demek ki altıncı büyük hakikat, öyle yansıtılmak istendiği gibi dıştan bir baskıyla, devlet baskısıyla veya içten çıkmazı derinleştirmek isteyenlerin etkisiyle değil, bizzat kurucu kişilik şahsında derin bir çözümlemeye tabii tutularak, tarihsel sosyolojiye özellikle ağırlık verilerek, alınması gereken bir tarihsel inisiyatiftir. Bu inisiyatif kullanılmıştır ve geleceğe ilişkin perspektifler çizilmeye başlanmıştır. Bu anlamda altıncı büyük hakikat, dönem perspektifleri biçiminde ifade ediliyor. Bunu da kapsamlı olarak burada tartıştık. Oldukça çarpıcı sonuçlara ulaştık. Nedir önümüzdeki dönemin temel perspektifleri? Her şeyden önce varlık olma aşaması, tamamlanmıştır. Ama demokratik kuruluş ve kurumlaşmalar çok problemlidir. Dolayısıyla bunların çözümlenmesi gerekmektedir. Kürtler’in ulusal varlığı bir gerçek, ama demokratik kurum ve kurumlaşması çok yetersiz, herhangi bir siyasi, hukuki ifadeye kavuşmamıştır. İyi niyetli çabalarla bir şeyler yapılmak istenmiş, ama kalıcılığı asla garantiye alınamamış; “bugün var, yarın yok” gibi yetersizliklerle karşı karşıya kalınmıştır. Dolayısıyla bu muğlaklığı, hatta bu kaotik durumu ortadan kaldırmanın hayati önemi vardır. Demokratik değişim ve dönüşüm hayati önemde bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Biraz zorlanarak bunu değerIendirdik.
Bugüne kadar yaşanan dört aşamalı büyük tarih -eğer anlamlı bir sonuca vardırılmak isteniyorsa- aşılarak, yeni bir tarihsel sürecin başlatılması, geliştirilmesi gerekmektedir. Hepsinin içinden adeta bir çiçeklenme, ürün verme, yaşam kaynağı olma dönemi diyebileceğimiz bu dönemi, kendi içinden üretmesi ve yeşertmesi gerekiyor. Bunun adı demokratik ulus dönemidir. Bunun başlangıcını yaşıyoruz.
Kürtler herhangi bir ulus-devlet olmayacak. Ulussuzluk da yaşamayacaklar. Ulus olacaklar ama demokratik ulus olacaklar. Bütün tarihi anlattık. Proto-Kürt tarihini, Komünal Kürt tarihini, örtük de olsa aşiret kabileler tarihi, imha ve inkâr tarihini. Ve hepsinden sonra da PKK tarihini.

Bunlar, Kürtlerin demokratik ulus olmalarını zorunlu kılıyor. Bir de reel-sosyalizmin ulus-devletçi zihniyetinin çökmesi. Yani reel-sosyalizmin bizzat bu nedenle çözülüşü konuyu daha da ivedi kılmıştır. Reel-sosyalizmin ancak demokratik temelde yenilenebileceği ve kendi tarihi çıkışını devam etirebileceği açıkça görülmüş ve gösterilmiştir. Bunun ise en önde gelen bir uygulayıcı halkı Kürtler olacaktır. Dolayısıyla bunun uluslararası, küresel veya evrensel düzeyde bir etkisi de olacaktır. Hatta bölgede içinden çıkalamaz aşiretçi, mezhepçi çatışmalar, bu ulus anlayışıyla ancak çözüme kavuşabilir. Ulus-devletlerin yarattığı büyük keşmekeşli, son yüz yıldır Ortadoğu’yu çöplüğe çevirmiştir. Bu çöplükten çıkmanın yolu, demokratik ulus enternasyonalizmi olacaktır. Bu enternasyonalizm gelişmeden Ortadoğu halkları ve ulusları çöplük olmaktan kurtulamazlar. Tıpkı yakındaki yüz yıllık tarih ve en can alıcısı da günümüzdeki İsrail-Filistin çatışmasında ortaya çıkan vahim durum gibi. Bundan kaçınmak için tek doğru formül, demokratik ulus bağlamında yeni bir uluslaşma teorisi geliştirmek ve uygulamaktır.
Altıncı büyük hakikatin önemli ilkesi budur. Diğer bir ilkeyi de ifade edecek olursak; burada kapitalizmin vereceği fazla bir şey yoktur. Kapitalizm burayı sadece çöplüğe çevirmemiş, imha etmiş ve soykırıma uğratmıştır. Bu durum çok açıktır. Kapitalizmin alternatifi, komünalizm olabilir. Yani çöplük dediğimiz bu ekonomik durum, talan, gasp, yeraltı-yerüstü kaynaklarını silip süpürme olarak kendini gösteriyor. Eğer teknolojiden bahsedilecekse, bunun eko ekonomi dediğimiz bir temelde ele alınması ihtiyacı vardır.
Toparlayacak olursak, kapitalizmin ulus-devletine karşı demokratik ulus; kapitalizmin korkunç yok edici gücüne karşı tekrar komünaliteye dönüş -ki burada burjuva ve proleterya ayrımı yok-; endüstryalizme karşı da “eko endüstri” kavramı önem taşıyor.
Bu topraklarda tarih boyunca komünal toplumun öncü gücü olarak kadın rolünü oynamıştır.
Toplumun kurucu öğesi olan anacıl toplum bu topraklarda neşet etmiş, kendini
gerçekleştirmiştir. Komünal toplumun öncü gücü olan kadından geriye bir tortu kalmıştır. Adı var kendisi yok bir kadın özgürlük sorunu vardır. İnkâr ve imha süreci kadın sorununu yakıcı olarak bugünlere kadar taşımıştır. İşte PKK, yarattığı mirasla, kadın özgürlük mücadelesiyle kadını öncü güç yapmıştır. Aynı topraklarda varlık bulan PKK, geriye sadece tortusu kalmış anacıl kadın toplumunu dirilterek, kadının özgürlük mücadelesini, hem de çok dikkat çekici biçimde ulusal, bölgesel ve küresel düzeye taşımıştır. Hem PKK’de hem de sonrasında kadın başat bir güç haline getirilerek özgürlük inşasında rol almaya devam edecek öncü bir güç haline gelebilmiştir.
Sonucun bir sonucu olarak bir şeyler söylemek gerekiyor. Bu da daha çok bu komşu ulus- devletlerle ilişkiler durumudur. Evet, böyle bir Kürt realitesi ortaya çıktı. Peki, hangi temel perspektiflerle hareket edecek; yani demokratik kuruluş ve kurumlaşmasını sağlayacak?
Bunları da özetle ifade etmek kendi öz diliyle, kültürüyle eğitimi olacak.Temel ihtiyaçlarını giderecek ekonomisi olacak.Bizzat bir eko-endüstriyel ekonomik inşa gerekecek.Kendi dil ve tarih çalışmaları olacak. Ve bu bir komün toplumuna dayalı olarak gelişecek.
Bundan sonraki süreç, demokatik siyasetle komün demokrasisi olacak.
Yani kendi kendini yeniden yapılandırırken, bu ana ilkeler etrafında programlayacaktır.
Tabii bütün bu süreçler tek başına olmuyor; çünkü aynı topraklarda, hatta Kürtler’in kendi içinde oldukça çatışmalı bir işbirlikçi kalıntı var. Kürtlüğü şimdiye kadar almış-satmış işbirlikçi güruh var, onu sürdürmek isteyen bir grup var. Bir de, burası benim malimdir mülkümdür diyen ulus-devletler var. Bunlarla sorun nasıl halledilecek? Esas sorun dediğimiz ve bizi bundan sonra oldukça uğraştıracak olan budur.
PKK döneminde bunlarla ulus-devlet kurma perspektifiyle savaşıldı.
Ulus-devlete karşı, ulus-devlet programı olarak Bağımsız Birleşik Kürdistan” hedefiyle savaşıldı. Bunun yanlışlığı kendini ortaya koysa da yine de bu mücadele bir ulusal varlığı da gerçekleştirdi; bu tarihi öneme sahip bir gerçekleşmedir.
Ama bu da bitmiyor. Neden? Hâkim ulus-devletler şimdi de diyorlar ki “Evet varsın ama benimsin. Senin benden ayrı bir aidiyetin yok. Senin dilini, tarihini tanımam.
Tanısam da şu sınırlarda, bu sınırlarda tanırım. Hatta dil ve kültür özgürlüğünü istersem veririm, istersem vermem ve yapay sınırları istediğim kadar çizerim, dahada geliştiririm, uygularım. Bütün bu söylem ve yaklaşımlar, müthiş bir şovenizm, müthiş bir imha seferberliğini sürdürmetir k Dolayısıyla yeni dönemin en temel sorunu bu zihniyetin değişime direnmesidir. Şimdiye kadar geliştirilen iyi niyet çağrıları bir yandan bu duruma da dikkat çekerken; diğer yandan bu sorunlara çözüm alternatifleri sunmaktadır.
Evet, silahlı çatışmayı bırakmaya biz varız dedik ve ilan ettik. Bu bağlamda PKK’nin feshinin ilanı, silahlı çatışmayla ve ulusal kurtuluş savaşıyla bu çelişkiyi çözmek istemiyoruz anlamina geliyor. Ve bu catismali bir çıkmazdır, iki tarafa da zarar veriyor.
Yani ‘kazan kazan’ değil; ‘kaybet kaybet biçiminde bir anlamsız savaş yaşanıyor.
Bizim burada gerçekleştirdiğimiz bu. Ve konferansımızda ilan ettiğimiz bu gerçeklik oluyor. Kaybet kaybet”e dayalı savaşı sona erdiriyoruz; tam tersine bunun yerine demokratik toplum perspektifli ve komşu devletlerin dördüyle de kazan kazan temelli bir demokratik çözüm
politikası ve stratejisini esas alıyoruz. Bu hem çok önemli ve tarihi hem de gerçekten “kazan kazan”ı sağlayacak bir formüldür. Bununla biz başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere İran İslam Cumhuriyeti, Irak Cumhuriyeti ve Suriye Cumhuriyeti ile de bir uzlaşmaya gitmek istiyoruz. Buna da demokratik uzlaşma diyoruz. Savaş değil, demokratik uzlaşma. Suriye ile böyle bir adım atılıyor, Irak’la buna benzer adımlar atılmış. Büyük ihtimalle İran’la da atılacak. Ama en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti ile bu adımın nasıl atılacağıdır. Bu diyalog demokratik bir müzakereye evrilecek mi, evrilmeyecek mi? Önümüzdeki günler bunu gösterecektir. PKK’nin fesih kongresi, müzakereye giden yolda önemli bir adım olmuştur. Ki, bu kongre bizzat bizim çağrımız temelinde gerçekleşmiştir. Fakat bu yetmiyor; ortada silahlı güçler var, on binlerce illegaliteye düşmüş insan var, bir halk kitlesi var dışarıda ve bunlar yasaklılar. Geldiklerinde ağır cezalara çarptırılacak insanlardır. Öyle iddia edildiği gibi gelsinler, mahkemeye çıksınlarla bu asla olamaz. Bu dayatılırsa eşittir eski kaybet kaybet stratejisi,yani “savaşa devam stratejisi” uygulanacak demektir. Bu da asla kabul edilecek bir şey değildir. Demokratik çözüm için demokratik müzakere gerekiyor. 27 Şubat’ta yapılan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısında bu durum izah edilmiştir. Demokratik müzakere temel yöntemdir cümlesi bir madde halinde o çağrıda yer almıştır ve devletin de onayından geçmiştir. Dolayısıyla devleti demokratik müzakereye davet edeceğiz. Çağrının anlamı budur. Devletin de anlaması gereken husus budur. Son derece provokatif tarzda bazı tartışmalar olsa da bu provokatif söylemlerin norm-dışı devletten kaynaklandığını umuyoruz. Norm-dışı devletin sınırlandırılması ve sürece olumsuz etki etmesinin önüne geçilmesi tarihi önemdedir.
Barışı ve demokratik çözümü yasal ve anayasal güvenceye bağlayacak adımlar, uygun bir süre dâhilinde atılmak durumundadır. Bu konuda elbette Türkiye Büyük Millet Meclis’i görevlidir, üzerine düşeni yapmalıdır. Bir müzakereye ihtiyaç var. O müzakerenin adı “demokratik müzakere”dir. Sonuna kadar gereklerine uyulmalıdır. Dolayısıyla bir demokratik toplum, ona dayalı bir demokratik ulus çözümü önümüzde durmaktadır. Bunun demokratik müzakereyle inşa edilmesi gerekmektedir. Bunun için ağır yetmezlikler içinde olan tarafların kendini gözden geçirip, müzakereye hazır hale getirmeleri önem taşıyor. İçten, dıştan yetersizlikler veya provakasyonlarla bu süreç bitirilmek de istenebilir. Buna karşı kararlı, sabırlı ve giderek örgütlü bir karşı çıkışı, her ana ve her yere egemen kılmak, somutlaştırmak, inşa etmek gerekiyor.
Açık ki, yeni dönemin temel perspektifleri bunlardır. Demokratik müzakere ihtiyacı, yedinci hakikat olarak ifade edilebilinir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti bağlamında ifade edersek; cumhuriyetin, demokratik hukuk devleti, sosyal devlet, laik devlet niteliklerinin soyut olmaktan, somut olmaya doğru gelişmesi gerekiyor. Buna Demokratik Cumhuriyet diyoruz. Devletin böyle bir dönüşümle karşımıza çıkması gerekiyor. Bizim de burada Kürtleri federe, bölgesel ve kültürel bir kategori yerine bir “demokratik toplum kategorisi” olarak cumhuriyete entegre etmemiz gerekiyor. Çözümün hedefi budur: Demokratik toplumun, demokratik cumhuriyetle entegre edilmesi. Benim şahsen kurucu vasfa sahip olarak tek taraflı yaptığım iyi niyet çağrısı ve bu konferansla çok kapsamlı yaptığım değerIendirmeler, asgari bunu ifade ediyor. Yani demokratik cumhuriyet ile demokratik toplumun entegrasyonu. Bunun üstünde veya aşağısında her şey uzatır, bozar, işi çığırından çıkarır. Dolayısıyla fazla spekülasyon bile yapmak istemiyorum. Bununla bağlantılı son bir husus, Kürtler’in kendi içinde birlik diye bir sorunu vardır. Evet, çok kötü tarihi bir işbirlikçilik var. İmha ekibi var. Buna judenrat ekibi diyoruz. Böyle bir ekip var ve bu ekibin zarar verici pozisyondan çıkarılması gerekiyor.
Bu da öyle zorla değil, başta eğitim, ekonomi ve kültürel olmak üzere çeşitli yöntemlerle bu engelin kaldırılması gerekiyor.Bir de çeşitli Kürt milliyetçi gruplar, var. Bunlar için eğer illa bir sınıf adı kullanılacaksa “küçük burjuva kökenli gruplar” denilebilir.Bunlara karşı politikamız demokratik birlik esprisinin içe yönelik kısmıdır. Bunlarla bir birleşme olacak ama nasıl ki Türkiye Cumhuriyeti’yle demokratik birlik entegrasyonu diyorsak, içte de bunlarla ilişki, demokratik toplum ittifakı temelinde olabilir.Demokratik toplum içinde, demokratik ulus içinde bunlar da yer alabilir; bunlarla da demokratikmüzakere yapılabilinir. Güney Kürdistan’da “Federe” bir oluşum var, bunlarla da demokratik birlik temelli müzakereler önem taşıyor. Karşıtlarımız olsun, dostlarımız olsun. Cünkü dost da var karşıt da var- bunlarla yeniden demokratik temelde bir müzakere ve buna dayalı çeşitli birlikler geliştirilmeli. Işte Kürdistan demokratik birliği dediğimiz olay budur. Eğer bütün Kürdistan’ı kapsayan bir birlik olacaksa bunun adı Demokratik Kürdistan Birliği olabilir. Bu adi kullanmak oldukça gerçekçidir. Ve önümüzdeki dönemde büyük ihtimalle bu yönlü müzakereler ve ittifaklar ağır basacaktır. Bununla bağlantılı son bir başlık ise Demokratik Komünler Birliği dir. Bu konferans vesilesiyle bu konuda değerIendirmelerde bulunmuştum. Demokratik Komünler Birliği, bir öneridir; kesin bu olacaktır diye dayatmıyorum. Ama ulus-devlet amaçlı PKK feshedildiğinden -ki PKK aynı zamanda bir sınıf örgütü olarak kendini ifade ediyordu- şimdi ulus-devlet yerine, demokrasiye dayalı bir demokratik komünler birliğini, bütün Kürdistan’ı kapsayacak şekilde geliştirmek doğru bir adlandırma olacaktır. Hatta konferansımız hazırlık konferansı olarak değerlendirilebilir. Fesih kongresi tamamlanmış ve kararlarını açıklamıştır. Bu kongre sonrası kalan güçlerimiz yeniden bir ideolojik-politik birliğe yönelmek istiyorlarsa, Demokratik Komünler Birliği’nin Hazırlık Komitesi biçiminde tartışma yapabilirler. Hazırlık Komitesi’ni teşkil ederek, her parçada, her yerde kısa sürede yoğunlaşarak, bu tartışmadan yeni bir yapılanma çıkarabilir. Bunu bir öneri olarak söylüyoruz. Gerekli mi? Gerekli. Çünkü politika boşluk kaldırmaz. PKK gitmişse onun adına sahte örgütlerin çıkmaması,problemyaratmaması için bu boşluğun doldurulması gerekiyor. Bunun hızla hazırlık sürecini tamamlayıp Hazırlık Komitesi’nin hazırlayacağı programla, bir kongreye gitmek ve yenisini çok bekletmeden ilan etmek gerçekçidir.
Bir de legal parti olan ama PKK ile irtibatlı olduğu iddiasıyla kamuoyunda tanınan başta DEM olmak üzere, Irak’ta Demokratik Çözüm Partisi, Suriye’de Demokratik Birlik Partisi, İran’da Özgür Yaşam Partisi vardır. PKK’nin kendini feshetmesiyle birlikte bu partilerin de kendilerini değiştirme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu yönde talepler de vardır. Buna bulunacak en doğru çözüm, mademki bu dört komşunun Demokratik Cumhuriyet olarak karşımıza çıkmasını istiyoruz, bu demokratik cumhuriyet gerçeğine bir yanıt olarak bu partilerin kendilerini Demokratik Cumhuriyet Partileri” olarak yeniden yapılandırmaları olacaktır.
Bunu bir öneri olarak ifade ediyorum.
Konferansımızı sonuçlandırırken; çok zengin bir arka planla, birinci ve ikinci doğadan
başladık ve nerdeyse üçüncü doğayı hedefleyen bir perspektife kadar yol aldık. Birinci doğanın tam ifadesiyle, ikinci doğanın tam ifadesi çakıştığında; bu üçüncü doğa olarak karşımıza çıkar. Yani reel-sosyalizmdeki komünizm aşaması. Kapitalizmdeki mutlak liberalizm çağı. Bizde de üçüncü doğa, tam gerçekleşmiş komünalizm çağı olabilir. Böyle bir ifadeye kadar burada ulaşabildik. Dolayısıyla çok zor koşullarda da olsa, devlet de olumlu bir tutum takınmıştır. Bunu da saygıyla karşılayarak,bu toplantımızı sonuçlandırmak hem tarihi öneme sahiptir ve son derece güncel birçok soruna yanıt oluşturabilecek kıvamdadır, zenginliktedir.
Bu temelde bir kez daha başarı dileklerimi belirtiyorum.
ULUS-DEVLET SOSYALİZMİ BAŞARISIZLIĞA,
DEMOKRATİK TOPLUM SOSYALİZMİ BAŞARIYA GÖTÜRÜR!
ULUSAL VARLIK BAŞARILDI,
SIRA DEMOKRATİK KURTULUŞTA

ABDULLAH ÖCALAN
İmralı F Tipi Hapishanesi..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu