Sosyalizm bürokratik bir söylem değil, gündelik hayatın örgütlenmesidir

Sosyalizm bürokratik bir söylem değil, gündelik hayatın örgütlenmesidir
Sosyalizmin yenilenmesi gerektiğine uzun zamandır vurgulayan Önder Apo, “İdeolojiyle bağlantınız koparsa hayvanlaşırsınız” diyerek, ideolojinin günlük yaşamımızın temelinde olması gerektiğine işaret eder.
SOSYALİZM – DEVRİM- NEGATİF DEVRİM
Pozitif devrim süreci, eskiden yaşanılanları bir inkar veya reddediş değil; bunun tam aksine, her dönemin kendi karakterine göre yenilenmesinin adı, tanımı ve programıdır.
Yeniçağın sosyalizm anlayışı, gündelik hayatın sosyalistleşmesi ve sosyalizmin toplumun her zerresine kadar inmesi anlamına gelir. Birileri dediği için değil, halk dediği ve halk kabul ettiği için gerçekleşecek bir devrim, yeniden sosyalizmi umut haline getirecek ve halklara kurtuluş yolunu gösterecektir.
Bunun olabilmesi, gündelik hayatın sistemin bütün saldırıları karşısında örgütlenmesi ve insanların yeni bir yaşamı attıkları adımlara kadar yaşaması anlamına gelir. Önder Apo, 90’lı yıllarda yaptığı bir değerlendirme şunları belirtir:
“Sosyalizm, kavram düzeyinde insanın toplum ilişkilerini en özgür şekilde belirleme yönetimi olarak tanımlanabilir. Toplumsal gerçeklikten kopan, onun üstünde yer alan, bastıran veya sömüren ne varsa ona karşıdır. Ama böyle olayım derken de ‘Toplumda her şey bir tarağın dişleri gibi birbirine benzemek zorundadır’ demek de doğal gelişmeyi inkardır. Çünkü hiçbir doğa gelişmesi böyle değildir. Bu nedenle özgür katılım en doğrusudur. Toplumsal katılım, yeteneklere ve çabaya göre olmalıdır.”
Bu değerlendirme ile Önder Apo, gündelik hayatın doğru bir zeminde örgütlenmesinden bahseder. Özgür bir birey olarak sosyalizme katılım, Lenin’in deyimiyle anlatırsak, “sol sapmaların da önünü almak” olacaktır.
GÜNDELİK HAYATI ÖRGÜTLEYEMEYEN YENİLENEMEZ
Önder Apo’nun kamuoyuna açıklanan son mesajında dikkat çeken ‘negatif devrim, pozitif devrim’ tanımlarına gelmeden önce, kısaca faşizme değinmek gerekir. Konumuz olmadığından bu kısmı kısa tutacağız.
Faşizm, diğer bütün ideolojik disiplinler gibi, gündelik hayatın örgütlenmesiyle ortaya çıkan bir disiplindir. Sosyalizm, kapitalizm, komünizm, komünalizm gibi kavramlar da aslında gündelik hayatın nasıl yaşanması gerektiği üzerine kendilerine zemin bulurlar. Faşizm, gündelik hayatın örgütlenmesi konusunda ciddi bir ilerleyiş gösterdiğinden, faşizmin tanımını biraz daha oturtmakta yarar var.
Sabah kalkışımız, insanlarla kurduğumuz diyaloğun boyutu, söylemlerimiz, yaklaşımlarımız ve yemek yeme şeklimiz bile bizi faşizme götürebilecek davranışlar barındırır. Karşımızdaki kişiyle ilişkimizi kendi çıkarlarımız üzerinden kurmamız; toplumsallığı değil de bireyciliği ve kendi kurtuluşumuzu düşünmemiz faşizmdir. Suyu içiş şeklimiz ve çevremizle kurduğumuz diyalogların çerçevesi bile bizi faşizme götürebilecek nüveler taşımaktadır.
Bundan korunmanın yolu ise kapanmak veya kendi konfor alanlarımızda kalmak değil; bizi yozlaştırmak için çabalayan faşizmin alanlarını yok etmekten geçer. Bu da gündelik hayatın ve bireyin değişiminden geçer.
Her doğru adım, iyi bir planlama olmadığı sürece çürüyecektir; çürümeye mahkumdur. Özgürlük Hareketi’nin farkı ise tam da burada ortaya çıkar. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ideolojisi, bir yenilenme ve yeniyi arama mantığı içerisinde disipline edilebilir.
70’lerin karanlık ve kaotik ortamında, birkaç kişi dışında kimsenin ezberlerin dışına çıkmadığı bir dönemde yeni cümlelerle ortaya çıkan bu hareket, her doğru adımı yenileyerek devam ettirebilmekte; eskiyen ne varsa ona yamalar vurmak yerine büyük çıkışlarla yenilerini ortaya çıkartmaktadır.
“Kürdistan sömürgedir” sözüyle başlayan ayaklanmanın bugün bu kadar güçlenmesi ve bitirilemeyecek hale gelmesinin sebebi de budur.
YENİYİ ARAYIŞA ADANAN BİR MÜCADELE
70’lerin ortamında, sosyalist hareketler içerisinde bile “Kürt” sözcüğü çok az, hatta tedirginlik içerisinde kullanılır; çoğu zaman hiç kullanılmazdı. Türkiye’de Kürt halkını savunduğunu belirten yapılar, adlarının başına “Kürt” ya da “Kürdistan” değil, “Doğu” sözcüğünü koymayı uygun görüyordu.
Önder Apo ve yoldaşları ise “PKK” ismini açık bir biçimde kullanarak ortaya çıkmışlardır. Sadece devlet kanadından değil, kendine sosyalist veya komünist diyen birçok çevreden de tepkilerin olduğu bir ortamda, “Kürdistan sömürgedir” tanımını ortaya çıkarmak ve bunu açık bir dille savunmak, başlı başına eskiye, tekrar edilen ve putlaştırılan düşüncelere karşı bir saldırıdır.
90’lara gelindiğinde, reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte dünya çapında sosyalist hareket ve ülkelerde başlayan yıkım ve umutsuzluk ortamında, Önder Apo “Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır” diyerek reel sosyalizmin simgesini silmiş ve yeni bir sosyalizm kuramının temellerini de atmış oldu.
O dönem Önder Apo’ya ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne saldıranlar bugün yok. O gün Kürtlerin sosyalizmi bilmediğini söyleyenler ise bugün, kendi küçük konfor alanlarından çıkmayı dahi istemeyen bir haldeler.
Yenilenme, bir savaşı da beraberinde getirir. Eskinin bütün olumsuzluklarına savaş açmanın kendisi, büyük bir mücadelenin de temelini oluşturur.
Sosyalist hareketin en güçlü olduğu dönemlerde, reel sosyalizme yönelik eleştirilerin sert bir şekilde karşılandığı bir durumda dahi, Kürdistan Özgürlük Hareketi sadece eleştiri ile yetinmemiş; yerine yenisini koyma savaşına girmiştir. O güne kadar neredeyse dünyanın bütün sosyalist hareketlerinin çoğunun, kendisine rehber ve program olarak aldığı Leninist Parti modeli ve Stalinist yapılanmanın eksik ve hatalı yönlerini kendisinden çıkararak Apocu bir yenilenmenin adımlarını attı. Bu yenilenmeyi basit bir adım olarak görmemek gerekir.
Bugün Önder Apo’nun “pozitif devrim” olarak yaptığı tanım, işte bu yenilenmenin geldiği son noktadır.
Kürdistan Özgülrük Hareketi, ilk gününden, attıkları ilk adımdan itibaren, içerisine girdikleri arayışın sonuçlarına bugün ulaşmaya başlamıştır. İlk günden bugüne kadar ısrarla yeniyi talep etmiş; başka yerlerin düşüncelerini ve deneyimlerini tamamen almak yerine, doğru yanlarını alarak, yanlış olana itiraz ederek kendini geliştirmiştir.
Önder Apo, 90’lı yıllarda yayımlanan bir çözümlemesinde, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin diğer yapılardan farkını ve ayrımını şöyle tanımlıyordu:
“Emperyalizm koşullarında olsa bile, biz PKK’yi bir model olarak geliştiriyoruz. Hiçbir zaman reel sosyalist modelin uyguladığı yöntemlerle hareket etmiyoruz. Etsek, zaten mümkün değil ayakta kalmamız. Benim bulduğum tek çere, bireyi hem ideolojik hem de militan olarak güçlendirmektir. Çünkü paranın çoğu kapitalisttedir, bireyciliğin en çoğunu onlar verir. İşte, sen öyle bir model gerçekleştireceksin ki, paradan da bireycilikten de daha üstün olacak. Nitekim PKK, Kürt ve Kürdistan toplumuna bunu kanıtladı.
Uygulanan her türlü milliyetçilik ve her türlü feodal uygulama, Kürt halkına bir şey vermemiştir. Ama PKK modeli birliği vermiştir, morali vermiştir, güçlü insanı vermiştir, kahraman insanı vermiştir. İşte PKK’nin gücü burada yatmaktadır.”
Özgürlük Hareketi’nde yaşanan bu gelişime dair, Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda ise Önder Apo, şu ifadeleri kullanıyordu:
“İslam’ın ümmetçiliği, kapitalizmin liberalizmi ve kozmopolitizmi ile reel sosyalizmin enternasyonalizminde, Kürtler ve Kürdistan’ın umutsuz birer vakıa olmanın da ötesinde, silik bir halde zaman zaman hatırlatılmaya çalışılması ancak örtülü soykırım gerçekliğiyle ifade edilebilir.”
Bu sözler, ilk adımla başlayan arayışın tanımı oluyor aslında. Var olan ile yetinmeme ve her zaman, her koşulda yeniyi arama yolculuğu, bugün Önder Apo şahsında Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni dünya devriminin önderi haline getirmiştir.
Gelişen bütün dönüm noktalarında ısrarla kendini yenileyen Hareket, bugün geldiğimiz noktada yeni bir sosyalist program ortaya çıkartarak, sosyalizmin dünyada yeniden umut olmasının da önünü açmıştır. Hatta önünü açmakla kalmayıp, pozitif devrim çağının bir örneği olarak Rojava pratiği ile, yeni çağın sosyalizminin nasıl olması gerektiğini herkese göstermiştir.
Daha önce de belirtmiştik: Önder Apo’nun ideolojik dünyasında tanımlar, klasik şekliyle asla ele alınmamalı; ideolojik gelişimi doğru şekilde takip etmek gerekir. Büyük değişimler birden ortaya çıkmaz. Büyük değişimlerin ilk adımları, aslında bir önceki adımın başlangıcında atılır. Bugün yaşanan değişimin ilk adımı da 70’lerde atılmıştır.
İlk adım atılmış, ilk soru sorulmuş, ilk tanım yapılmıştır. İlk adımı attıktan sonra ise sabırla, ama vazgeçmeden devam eden yürüyüş, bugün geldiği noktaya ulaşmıştır.
Sadece doğru soruları sormak ve doğru bir politik hat ile çizgi üzerinden yol almakla yeniye varabilirsiniz. “Kürdistan sömürgedir” diyerek başlayan mücadelede, belli dönemlerde söylenen sözler, yapılan açıklamalar ve gerçekleşen değişimler bunun göstergesidir.
Sosyalist mücadelenin en önemli tanımlarından olan “somut koşulların somut tahlilleri” tanımını bugün en doğru şekilde Önder Apo ve Kürdistan Özgürlük Hareketi uygulamaktadır.
Negatif devrim, eskide ısrar etmenin; doğru çıkışlarla başlayan, ancak dünyanın gelişmesine karşın kendini yenilemeyen ve ideolojisinde yenilikler yapmayan devrimsel çıkışların tanımıdır. Devrimler tarihi bunun yüzlerce örneğiyle doludur.
SOSYALİZM – DEVRİM- NEGATİF DEVRİM
Bugüne kadar yaşanan devrimsel çıkışların içerisinde, devleti ele geçirmeyi hedefleyen ve bir ulus-devlet prototipi içerisinde yaşamayı vaat eden hangi devrim varsa, bugün çözülmüştür. Dünya genelinde sosyalizme en büyük darbeyi, kendini geliştirmeyen ve ekside kalan devrimler yapmıştır.
Önder Apo’nun reel sosyalizme yönelik şu değerlendirmesi, sosyalizm mücadelesinin nasıl bir yanlış yola çıktığının da bir göstergesidir:
“Zaten iki yüz yıllık sosyalizm ve reel sosyalizmin tarihi de kapitalizme soldan destek olma durumunu aşamadığını göstermektedir. Mesela hatanın, yanlışın nerede yapıldığını açığa çıkarmanın çok üstündedir. Paradigmanın kendisi yanlıştır. İçinden ayırt edici bir iki yanlış veya doğrunun olması, paradigmatik açıdan sonucu pek değiştirmez.”
NEGATİF DEVRİM, KARŞI-DEVRİM MİDİR

Gelelim konumuza; ilk başta aslında çok sert bir soruyla başlayalım: Önder Apo, büyük Köln yürüyüşüne gönderdiği mesajda, “Bu süreç, aslında negatif devrim sürecinden pozitif devrim sürecine geçiştir. Sürecin bu karakteri, tarihsel ve evrensel bir gerçeklik olarak kavranmalıdır” demişti. Bazı çevreler ise hemen ‘negatif devrim’ ifadesi üzerinden yeniden “tasfiyecilik” tartışmalarına girerek, negatif devriminin bir nevi karşı-devrim olduğunu söylemeye başladı.
Gerçekten negatif devrim, karşı-devrim midir?
Negatif devrim, eskide ısrar etmenin; doğru çıkışlarla başlayan, ancak dünyanın gelişmesine karşın kendini yenilemeyen ve ideolojisinde yenilikler yapmayan devrimsel çıkışların tanımıdır. Devrimler tarihi bunun yüzlerce örneğiyle doludur.
Reel sosyalist yapıların bugün hâlâ ısrar ettiği düşünce sistemi de bir nevi negatif devrimdir. Kendini yenileyememenin en önemli göstergesi ise, halkların yararına olduklarını söyleyen ideolojilerin dahi bir egemen kültür içerisinde yetişmesi ve o egemen kültürün belirlediği sınırlar içerisinde bir değişimden yana olmalarıdır.
İnsanlık tarihinden örnek verirsek, Marksist tarihçilerin çoğu bile insanlık tarihini kapitalist modernitenin belirlediği sınırlar içinde ele almış ve buna göre kendi ideolojik düşüncelerini şekillendirmişlerdir.
Avrupa merkezli gelişen bütün sistemler gibi, reel sosyalizm de her ne kadar kapitalist moderniteye karşı olduğunu söylese de pratik anlamıyla böyle olmamıştır. Sosyalizmin gündelik hayata dair söylemleri dahi Avrupa merkezli söylemlerin benzerlerinden oluşmaktadır. Oysa dünya, Avrupa’dan ibaret bir yer değildir ve olamaz da!
Önder Apo’nun “Gerçekten Avrupa merkezli sosyal bilim egemenlik kokmaktadır. Ya egemen kılar ya da egemenlik altına sürer” sözleriyle ifade ettiği durum, Avrupa merkezli gelişen bütün sistemlerin aslında bir yerden sonra egemenin yararına olduğudur. Egemenler asla yeniyi istemezler. Bu nedenledir ki, reel ve bilimsel sosyalizm kapitalizme karşı çıkış yapsalar bile, egemenin belirlediği düşünce sisteminden çıkamadıkları için bugün yenilmişlerdir.
SUBJEKTİF AJANLIK KAVRAMINDAN NEGATİF DEVRİM KAVRAMINA
Özgürlük Hareketi tarihinde ve Önder Apo’nun ideolojik yaşamında hiçbir tanım ve söz birden ortaya çıkmaz. Temelsiz bir söylem hiçbir zaman olmamıştır.
Dönemine göre söylenen her söz ve yapılan her tanım, aslında o güne kadar yürütülen çalışmaların ve mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlardır. Yoksa bir sabah kalkıp, ‘Aslında bu yanlış’ diye ortaya çıkan hiçbir şey olmamıştır.
Komünler, entegrasyon, müzakereci demokrasi gibi “negatif devrim, pozitif devrim” tanımları da Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ideolojik dünyasında yaşanarak öğrenilen ve yeniden tanımlanan kavramlardır.
Dünya devrimler tarihine bakıldığında, devrimci pratiklerin en önemli sorunlardan biri, devrimsel çıkışların sonrasında gerçekleşen devlet baskısının farklı şekil ve adlarla devam etmesidir.
Reel sosyalizm ve bilimsel sosyalizmin en büyük eksiklikleri ve yenilmelerine sebep olarak gösterilebilecek en büyük etken, devlet aygıtına verilen önem ve güçtür. Zaten devlet aygıtının tanımını kapitalist sistemin sınırları içerisinde verilen tanımla belirleyen reel sosyalizm ve onun eksikliklerini gidermek amacıyla ortaya çıkan bilimsel sosyalizm, bu hatanın karşılığını yıkım ve yok olma ile görmüştür.
Devlet aygıtı, günün sonunda zoru kullanacak olandır. Bir yerde devlet varsa, orada bürokrasi, yönetici sınıf ve bu sınıfın çıkarları vardır. İşçi sınıfının ve ezilenlerin devrimini gerçekleştirdiği söyleniyor olsa bile, bir süre sonra, işçiler, ezilenler ve yoksullar adına konuşmayı kendinde hak gören elit bir yönetici sınıfının ortaya çıkmasını engelleyemezsiniz.
Halklar adına söz kurmayı ve karar vermeyi kendinde hak gören bu sınıf için artık, ellerindeki gücü kaybetmemek dışında bir amaç olamaz. İşte tam da burada, devrimsel bir çıkışın yıkımının adımlarını atmış olursunuz. Halklar nezdinde pozitif bir çıkış olan devrimi, negatif bir hale getirirsiniz.
Önder Apo, ‘Kürdistan’da Zorun Rolü’ kitabında “Zor, toplumsal yaşamda başlı başına ve kendiliğinden bir olay değildir. Toplumsal gelişmeye istediği gibi yön veremez ve onu belirleyemez. Her şeyin olduğu gibi zorun da bir temeli, bir kaynağı vardır; o temel üzerinden doğar, gelişir ve bir gün yok olup gidecektir. Bazıları, zorun her şeyi yapmaya kadir olduğunu sanırlar ve ekonomik, sosyal, kültürel çeşitli toplumsal alanlarda her şeyin zorla yapılabileceğini düşünürler. Bu düşünce yanlıştır” derken aslında tam da bundan bahsediyordu.
Zor, yeninin gelmemesi için kullanılan bir aygıttır. Eskide ısrar edenlerin, eskiyi ya da konfor alanlarını bırakmak istemeyenlerin sarılabilecekleri tek araçtır. Bu ise kaçınılmaz olarak sizi yok oluşa götürür.
Savaşın ne kadar sürdüğü veya şiddetin ne kadar geriye götürdüğünün bir önemi yoktur. Önemli olan, yenilenmeme ve yeni çağa uygun bir sosyalizm anlayışını geliştirememektir.
Bundan dolayı, bugün sosyalizm bir umut olmayı bırakalım, bir ütopya dahi olamayacak kadar geridedir. Kapitalist modernitenin ısrarlı saldırıları ve pervasız yıkımı karşısında halkların öfkesi büyürken, yine de bir alternatif olamayan yapı ve örgütlerin ortaya koydukları, negatif devrim anlayışından başka bir şey değildir.
Kürdistan Özgürlük Hareketi, aslında tanım olarak “negatif devrim” sözcüğünü kullanmasa da yıllardır bu tür yapılar ve bireylere yönelik bir tanım kullanmıştır.
“Objektif ajanlık” tanımı, Kürdistan Özgürlük Hareketi tarafından özellikle 90’lı yıllarda çok sıklıkla kullanılan bir tanımdı. Bu tanım ile, devrimci bir mücadeleye başlayan ancak sonrasında bilinçsiz bir biçimde karşı-devrime hizmet eden yaklaşımlar içindeki bireyler tanımlanırdı.
“Objektif ajan” olarak eleştirilen kişiler, eskide ısrar eden, hareketin yenilenme çabalarını sekteye uğratan ve kendini dayatan kişilerdi. ‘Benim dediğim doğrudur’ anlayışıyla hareket eden bu kişi ve grupların en büyük özelliği, bir ortaklaşmadan yana olmamaları ve ortaklaşmak yerine ısrarla kendi dediklerini dayatmalarıydı.
KENDİNİ DAYATMA, ESKİDE KALANI VE ALIŞKANLIK HALİNE GELENİ DAYATMAYI GETİRİR

Özgürlük Hareketi ise ilk günden bugüne kadar, bir ortak payda bulma yoluna giderek mücadeleyi büyütmenin ve doğru politik bir hat çizerek kazanımlar elde etmenin çabası içerisindeydi.
Kendini dayatma, beraberinde eskide kalanı ve alışkanlık haline geleni dayatmayı getirir.
Özellikle reel sosyalist bir mantık içerisinde kendini yetiştiren kişiler için bu dayatma daha belirgin olur; çünkü sosyalizme din gibi bakan ve yenilenmek yerine, puta tapar gibi söylenilenlere tapan bireyler için devrim bir yenilenme değil, kendi çıkarlarına göre hareket etme özgürlüğünden ibarettir.
90’larda “subjektif ajanlık” olarak tanımlanan davranış ve düşünceler, bugün “negatif devrim” tanımı içerisine girer. Her iki tanımda özetle, değişim ve dönüşüme direnen, bir ortaklaşma kültürünü yok sayan ve her şekilde bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde tahakkümünü düşünen yapı ve bireylerden oluşur.
Negatif devrim, bir karşı-devrim değildir; devrimci mücadele veren yapı, parti ve kurumlarda gerçekleşen katıcılık, tutucu yaklaşımlar ve değişime direnme pratikleridir.
Değişime direnen kim olursa olsun, yok olur ve gider. Bir devrimin negatifleşmesinin en önemli ispatı, zamanın ruhuna uymayan ve gelişen değerlere karşı katı bir tutuculuk içinde olmasıdır. Bir uzlaşı veya ortaklaşma yerine, çatışma üzerinden kendini var etmekte ısrar eden negatif devrim, bu ısrarından dolayı hep geriye gider ve yenilgiye uğrar.
Önder Apo’nun “Negatif devrimden pozitif devrime geçiyoruz” sözü, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yenilenme ve yeniyi arama mücadelesinin tanımıdır aynı zamanda. Aynıda ısrar, yok olmakta ısrardır. Sosyalist teorinin en önemli sözüyle açıklarsak, “somut koşulların somut tahlili” üzerinden bir değişim yaşanmalıdır. Her dönem, kendi isyanını, kendi isyan örgütünü ve kendi isyanının düşünce disiplinini yaratır.
70’lerin kaotik ortamında ortaya çıkan PKK ve onun ilk adımını attığı ideoloji, gelişerek bugünün dünyasına uyarlanmış bir şekilde yeniden, büyük insanlığın kurtuluş mücadelesinin öncüsü olmaya başlamıştır.
Bundan dolayıdır ki, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nde isimler değil, ideoloji önemlidir. Kürdistan Özgürlük Hareketi, ideolojik netleşmeyi ve ideolojik gelişmeyi sağladığı için, bugün negatif olan her şeyi geride bırakacak güce ve enerjiye sahiptir.
Başka bir açıdan bakarsak, negatif devrim sürecinin kavranması açısından önemli bir noktaya varabiliriz. 80’lerde yapılan bir çözümlemede Önder Apo’nun, “Biz adı dahi anılmayan bir halkın yurtseverliğini yaptık” ifadesi ile “Kürt realitesi tanınmıştır” ifadeleri arasında geçen süreyi de negatif devrim tanımı içerisinde değerlendirebiliriz.
Adı dahi anılmayan ve ismi dillendirilmeyen bir halkın yurtseverliğini yaparak başlanan yolda, bir halk yok olmaktan son anda kurtulmuş; sömürgeci zihniyetlerin bütün sekter ve sakat yaklaşımlarının dışında, yeni bir yaşam olduğunu görmüş, sahiplenmiş ve bugün dünyanın her yerinde tanınan, saygı duyulan, bir ulus-devleti olmadan statü sahibi olan bir konuma gelmiştir.
Kürt halkını tanımayan ve Kürt halkına düşman olanların bile kabul ettiği bir gerçeklik olarak, Kürt halkı ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi artık yeni şeyler söylemenin zorunluluğunu ve sorumluluğunu üstlenmek zorundadır.
İşte bu yenilik, Önder Apo’nun tanımıyla pozitif devrim çağıdır. Herkesin ismini dahi söylemekten imtina ettiği bir ülkeyi, dünyanın en önemli güçlerinden biri haline getirmeyi başaran hareket için artık bu zaferi ve kazanımı ileriye taşımak, eksik ve yanlış yanlarını atıp yeni bir yol bulmaktan başka bir çare ya da yaklaşım yoktur.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, her dönem kendi isyanını ve kendi düşüncesini yaratır. Yeni çağın düşüncesi de reel sosyalizm veya bilimsel sosyalizm değil, demokratik ulus sosyalizmidir.
Yeni çağın sosyalizm anlayışının gelişimi, halkların ortaklaşarak ve yan yana gelerek yaratacakları mücadele ile mümkündür. Bundan dolayıdır ki PKK, 27 Şubat’ta yapılan tarihi çağrının ardından, “Mücadelemiz halkımıza emanettir” demiştir.
Devrimler çağı, negatif devrimler çağına nasıl dönüştü?
Devrimler, kendilerini yenileyemedikleri ve kendi yenilenmelerini gerçekleştiremedikleri sürece yok olmaya, çürümeye ve negatifleşmeye mahkumdur.
SOSYALİZM – DEVRİM- NEGATİF DEVRİM
Önder Apo, “Sosyalizmsiz kalmak, havasız kalmak demektir” dediğinde tüm dünyada sosyalizme olan inanç yok olmuş, kapitalizm mutlak zaferini ilan etmişti. Aradan geçen on yıllar sonra kapitalist modernite büyük bir krizdeyken ve sosyalizm bir alternatif olarak görülmüyorken, “Demokratik ulus sosyalizmine geçiyoruz” diyerek sosyalizmin yeniden umut olduğunu hatırlattı.
Devrimler, kendilerini yenilemedikleri, çıkış gerekçelerini düzenlemedikleri sürece yenilmeye, yok olmaya mahkumdurlar. Her ne kadar pozitif bir algı olarak ortaya çıksalar da sonrasında yaşanan tıkanma ve tekrarlar onları yok eder, ideolojilerini bozulmayla yüz yüze bırakır. Bu da çıkışında büyük bir değişimi hedefleyen devrimlerin karşı-devrimin birer kopyası haline gelmesine yol açar.
1978 Fransız İhtilali’nin önemli simalarından Danton’un “İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer” sözünden uyarlanan “Her devrim kendi çocuklarını yer” tanımı, dünya üzerinde yaşanan bütün devrimlerin makus talihi gibi halen aynı güncellikle, aynı dirilikle yaşamımızın ortasında durmaktadır.
Devrimler, kendilerini yenilemedikten, çıkış gerçekliliklerini geliştiremedikten sonra sonuç hep aynı olacaktır. Kendini tekrar, tutuculuk, bir puta tapma gibi davranış gösteren bütün devrimci mücadeleler, bütün devrimler günün sonunda yenilecek; ancak yenilirken kendi evlatlarını ya yok edecek ya da yok olmanın eşiğine getirecektir.
1. yüzyılda sosyalizme yönelik bir ütopya dahi olamama durumunu yaşamamızın asıl sebeplerinden biri de budur. Kendini yiyen bir devrim, kendisiyle beraber yürüyenleri de yemiştir. Aslında devrimler, canlıların yaşamlarından beslenen olgulardır. Bütün devrimler canlıdır; bütün devrimlerin inişli çıkışlı dönemleri vardır. Danton’un tespiti tam olarak burada ortaya çıkar: Devrimleri geliştiremezseniz sizi yer, yok eder. Bir daha ortaya çıkmamanız için elinden geleni de yapar.
YENİLENMEYE KARŞI DİRENME
İnsan doğası yenilenmediği sürece kendini tekrar etmeye ve yok olmaya giden bir yaklaşım sergiler. Dünya da böyledir. Eskide ısrar, alışkanlıklarda ısrar; insanı yok eden en önemli sebeplerden biri olarak sosyolojide yer bulur. Bugün yeni olan, bugün doğru olan şey ileride doğru olmayabilir. “Bilim kesinlik kabul etmez” der bilim insanları. Kesinlik, bir süre sonra radikal bir tutuculuğa dönüşecek bir güce sahiptir. Bu tutuculuk; kendini tekrardan, yeniye direnmekten, alışkanlıklarından vazgeçmemekten ve yenilenen bir dünyada hep geriye gitmekten başka hiçbir şey vermez insana. Bundan dolayıdır ki yeni, her daim zor ama gereklidir.
Bugün sosyalizmde yaşanan tıkanıklığı da böyle görebiliriz. Eskide kalan, çağına göre doğru yanları olan yaklaşımlar, bir süre sonra her ne kadar kalıp olarak doğru geliyorsa da gelişme göstermeyince tıkanıp çürür ve çürütür. Eskide ısrarın sonucu her zaman yıkımdır.
Reel sosyalizme yönelik eleştiriler de onun yerine yeni bir sosyalizm arayışları da bundan dolayıdır. Hiçbir devrim, ilk yapıldığı yerde kalmaz; kalmamalıdır. Önder Apo’nun reel sosyalizme yönelik eleştirileri ve çıkış yolu olarak sosyalizmin yeniden kurgulanması, yenilenmesi gerektiğindeki ısrarı da tam olarak bundan kaynaklanır. İlk grup döneminden başlayarak süren bu arayış, bugün kendini “Demokratik Ulus Sosyalizmi” tanımında bulmuş; bu nedenle Önder Apo, “Negatif devrim sürecinden pozitif devrim sürecine geçtik” demiştir.
“Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır” sözü sadece bir slogan, ajiteleştirilmiş bir kavram değildir. İnsan, her döneminde yenilendiği sürece kendini var edecek, gelişen koşullara göre kendini savunacak bir birey olacaktır. Bu yenilenme, sosyalizm için de geçerlidir. Yenilenen sosyalizm, yenilenen insandır ve halkların umudu, kurtuluşu olmaya devam eder.
Kürdistan Özgürlük Hareketi’nde kavramlar ve tanımlar, sistemin belirlediği sınırlar içerisinde algılanmadığı için sosyalizm tanımı da insan tanımı da sistemin çizdiği sınırların çok dışında ele alınır. Bundan kaynaklı olarak “Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır” sözü; gelişimin, yenilenmenin ve dünyayı değiştirmenin başucu sözü, şiarıdır.
Devrimler çağı olarak bilinen 20. yüzyılda yapılan bütün devrimler ve devrimsel çıkışların tarihine baktığımızda, yenilenmeyen devrimlerin yıkmayı düşündükleri sistemlerin birer kopyası olarak kaldıklarını ve güdükleştiklerini görürüz.
20. yüzyılın en büyük sosyalist devrimi olan Ekim Devrimi’nin de sonrasında nasıl geri gittiğini, nasıl yıkıldığını tarihçiler bütün detaylarıyla yazmıştır. Doğru başlayan her hareket, gelişen bir dünyada kendini aşmadıkça yenilmeye mahkumdur.
Önder Apo’nun Köln’de yapılan “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürdistan’a Statü” yürüyüşüne gönderdiği mesajda belirttiği “negatif devrim sürecinden pozitif devrim sürecine geçiş” tanımı da tam olarak bu minvalde ele alınmalı ve bu şekilde yorumlanmalıdır.
İlk adımını doğru atan Kürdistan devrimi, bugünlere kendini yenilediğinden, süreçleri doğru okuduğundan, devrimi bir canlı organizma olarak görüp geliştirerek ve büyüterek gelmiştir. Bundan dolayıdır ki Önder Apo, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni her daim yenilenen bir hareket olarak dizayn etmeye önem verir. “Genç başladık, genç bitireceğiz” sözünün anlamı da burada yatmaktadır.
Gençliğin yeniye olan özlem ve arayışını kendi ideolojik sistemine rehber edinen Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bugüne kadar gelişerek var olmasının ve bütün yok edilme saldırılarına, bazı dönemlerde büyük darbeler almasına rağmen ayakta durmasının sebebi de budur.
SOSYALİST DEVRİMLERİN ÇÖZÜLÜŞLERİ, ONLARI BİRER NEGATİF DEVRİM HALİNE GETİRMİŞTİR
20. yüzyıl, bir yandan da dünyada devrimler çağı olarak tanımlanır. Sosyalist ve anarşist birçok devrimsel çıkışın yaşandığı bu süreçte, en büyük sorun yaşanan devrimlerin sürekliliği sorunuydu.
Bugün kendisini “sosyalist” veya “halk cumhuriyeti” gibi tanımlayan ülkelere baktığımızda ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Doğru çıkışlar, doğru bir politik hat çizilmediği sürece sapmalarla kendi doğru yolundan çıkar. Gerçek ile doğru arasındaki ince çizgi tam da burada devreye girer. Doğru atılan bir adım, gerçeklik algısından çıkıp putlaştırılırsa, bir süre sonra sapmalarla yanlışın kopyası haline gelecektir.
Mao, Çin devrimi sürecinde halk komünleri ve halk meclisleri tipi örgütlenmeler ile halkı devrimin temeline yerleştirirken, dönemin en büyük sosyalist deneyimi olan Sovyetleri reel sosyalist anlayışlarından dolayı eleştirmiştir.
Ancak ölümünden sonra Çin Halk Cumhuriyeti, giderek bürokratik bir gelişim içerisine girmiş ve kapitalist modernitenin kötü bir kopyası olarak yaşamını sürdürmüştür. Bugün Çin, dünyanın en büyük kapitalist ekonomisine rağmen, sadece kağıt üzerinde sosyalist olmasından dolayı bazı çevreler, yapılar ve partiler tarafından hala “sosyalist” görülebilmektedir.
Reel sosyalizmin hatalarına düşmeden, halkı devrime katarak ve onlar adına değil, onlarla birlikte hareket ederek başlayan Çin devrimi, bugün halkını sömüren bir noktaya gelmiştir.
Küba, Fidel Castro ve Che Guevera ile yaşadığı devrim sürecinin çok gerisinde bir yerde durmaktadır. Özellikle yakın zamanda yaşamını yitiren Fidel sonrasına baktığımızda, Küba’da sosyalist örgütlenmelerin bir kısır döngü içerisine girdiğini görmekteyiz. İleriye gidiş, sosyalizme ve insanlığa dair bir atılımın olmasını bir yana bırakalım; kendini kapatarak, kurtarmaya çalışan bir yerde durmaktadır. Kendini kapatmayı bir kurtuluş ve kapitalist modernitenin saldırılarına karşı korunma olarak görmek, bir süre sonra gerilemeyi beraberinde getirir. Kapalı toplumların gelişmesi asla mümkün olamaz.
Kendini sosyalist olarak tanımlayan diğer ülkelere baktığımızda da durum farklı değildir. Bu ülkeler, kendilerini dünyaya kapatan ve kapitalist modernitenin saldırılarına karşı kapanarak korunacağını sanan prototiplerden, örneklerden başka bir şey değildir.
Sosyalist devrimlerin çözülüşleri, onları negatif birer devrim haline getirmiştir. Aynı ısrar, gelişime kapalılık nedeniyle devrimler çağı tamamlanamadan büyük bir darbe almıştır. Önder Apo, özelde Sovyetler Birliği’nden ancak genel anlamıyla devrimsel çıkışların yenilgilerinden bahsederken şunları belirtir:
“‘Toprağı önce devletleştirelim, sonra bölüşelim; üretim araçlarını önce devletleştirelim, sonra bölüşelim.’ Bunlar, pratik örneklerde de görüldüğü gibi çok tehlikeli sonuçlara kadar götürmüştür. Bunun yerine özellikle bazı üretim araçlarında uzmanlaşmış, kesin verimliliği dikkate alan, emeğe yabancılaşma yan modelleri bulunmalı. Asıl sosyalizmin gerçekleşmeyişi, partinin ve daha sonra da devletin kendisinin yabancılaşmasında yatıyor. Altyapıda belli birikim gerçekleştikten sonra bunun sosyalistleşmesi halinde, kaçınılmaz olarak parti ideolojisi ile devlet kısır bir bürokrasiye dönüşecek veya çok yoğun bir birikime sahip olacak ve bu da yeni bir kapitalist üst sınıf olacaktır. Nitekim gerçekleşen de budur. Üretim ve paylaşım emeğe, dolayısıyla emeğin demokratik ifadesine sahip olamadığı için giderek partide bürokratlaşan ve çok az sayıdaki ellerde yoğunlaşan güç, devlette de mutlak hakim olmaya dönüşünce sonuç olarak, bütün bir Sovyet sisteminin işçileşmesinin yanında çok üst düzeyde bir kolektif burjuvazinin ortaya çıkışı yaşandı. Bunu denetleyen herhangi bir organ da yok. Giderek sosyalist ideoloji, sosyalist siyaset ve sosyalist demokrasi, kapitalist-emperyalist burjuva ölçülerinin bile çok gerisinde ya da hiç gelişmemiş bir duruma dönüştü.”
Önder Apo’nun söyledikleri, sadece Sovyetler Birliği için değil, devletçi sosyalizmi savunan bütün yapı, parti ve sosyalist iktidarlar için de geçerlidir. İşte Önder Apo’nun “negatif devrim” dediği de tam olarak bu çözülme ve yozlaşmadır.
Kapalılık, bir korunma mekanizması olarak sosyalist ülkelerde çok sıklıkla görülen bir durumdur. Kendini kapatarak, kendini ve halkını diğer dünya halklarından izole ederek sürdürülen bir yaşamın ne sosyalizme ne devrime ne de insanlığa verebileceği bir şey vardır. Kapalı toplumların gelişimi olmaz. Onlar “kurtarılmış alanlarında” veya “konfor bölgelerinde” yaşayıp gitmeyi bir kazanım olarak görürler. Bunun kendisi bile başlı başına sosyalizm ve devrim mücadelesine zarar vermek demektir.
Sosyalizmin yeniden umut olmasının yöntemi olarak pozitif devrim
Dünya değişirken ve gelişirken, eskide ısrar ederek; birbirlerinin kopyası olan, gelişime kapalı yaklaşımlarla devrimci olamazsınız. Devrimin en önemli yanı, kendini yenilemesi ve negatif yanlarını aşmasıdır. Devrim, bir yanıyla da yeniyi arayışın adıdır.
SOSYALİZM – DEVRİM- NEGATİF DEVRİM
Tarih boyunca defalarca soykırım saldırılarına uğrayan, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin mücadelesine kadar yanında olduklarını beyan edenler tarafından bile “sömürgeci bir yaklaşım” ile karşılanan, katliamlardan geçirilen ve hatta bir dönem “Sri Lanka Modeli” önerilerek toplu bir kırımdan geçirilmesi düşünülen bir halk, bugün dünyanın gördüğü en uzun soluklu ve en görkemli direnişlerinden birini yaratarak elli yıllık mücadelesinde yeni bir evreye gelmiş ve yeni bir yöne evrilmiştir.
PKK, bu sürecin yaratıcısı ve koruyucusu olarak misyonunu tamamlamış, yerini halkların tüm kesimleriyle buluşarak ve ortaklaşarak oluşturacağı komünlere bırakmıştır.
Önder Apo, “Devletleşerek sosyalizme ulaşılmaz” diyerek, devletin tutucu ve kendi çıkarları için hareket eden tavrının sosyalizme aykırı olduğunu belirtiyordu.
Kürdistan’da savaşın en yoğun olduğu 90’lı yıllarda söylediği bu tanım üzerinden kendini geliştiren Özgürlük Hareketi, devrimin iktidarı ele geçirmekten değil, halkları özgürleştirmekten ve doğru bir program ile ideoloji üzerinden yeni bir yaşamı örgütlemekten geçtiğinin bilinciyle, Kürdistan’da başlattıkları devrim yürüyüşünü dünya devrimine yön verecek boyuta getirmişlerdir.
Yeni bir sosyalizm arayışını ilk günden bugüne kadar yürüten hareket için, yenilenme ve yeniyi arama ihtiyacı hiçbir zaman bitmemiştir. Bu yeni sosyalizm arayışı, aslında reel sosyalist ülkelerin ve yapıların yaptıkları yanlışları ve halklardan kopuşunu görerek, eleştirerek oluşmuştur.
İlk andan itibaren “Nasıl yaşamalı?” sorusunun cevabını arayan Önder Apo, Özgürlük Hareketi’nin sosyalizm anlayışını anlatırken şöyle demiştir:
“Sosyalist ideoloji kesinlikle kapitalizmin normlarını insanlık için esas göremez. ‘Kapitalizm bu kadar veriyor, ben de bu kadar vereceğim’ diyemez. Sen bazılarını hiç vermeyeceksin, olmayan bazı şeyleri de vereceksin. Bunu araştırıp bulmak gerekir ve bunu bulmak sosyalizmin sorunudur. Kapitalizm çevreyi kirletiyor, doğayı kirletiyor, toplumu kanserleştiriyor. Sen de bunu önleyecek çareler bulacaksın. Yoksa, ‘kapitalizmden daha çok üretiyorum’ adı altında doğayı, çevreyi kirletirsen morali, demokrasiyi boğarsan, bu sosyalizm olmadığı gibi karikatürü bile olamaz ve olmadığı da ortaya çıkmıştır.”
Arayışlar, devrimci mücadelenin temellerinden biridir. Dogmatik, sekter, tutucu yaklaşımlar, arayışları yok ederek kendini var ederler. Yeniyi, iyiyi ve doğruyu aramayan hareketler için devrim diye bir kavram olamaz.
Devrimci mücadelenin temelleri her zaman bir soru ile başlar ve hep o sorunun zamanlara, değişen yaşamlara özgün arayışları ile devam eder. Bundan kaynaklıdır ki aslında hiçbir devrim birbirine benzemez. Hiçbir devrimci mücadele, birbirinin kopyası olamaz.
Bugün devrimci mücadelenin yaşadığı tıkanıklığın ve geriye gidişin temellerinde, bu arama isteğinin olmaması ve arayış barındırmamaları yatmaktadır. Arayış iyidir. Arayış, insanı diri tutar, sorular sordurur ve cevapları aratır. Bulduğu cevapla yetinmez, daha iyisini aratır. Yeter ki arayış, doğru bir perspektif ve doğru bir program ile yapılsın.
İşte pozitif devrim kavramı da bu arayışın bir sonucu olarak ortaya çıkan bir tanımdır. Pozitif devrim, bugüne kadar yaşanılan bütün hata ve eksikliklerin giderilerek yenilenen, bugün olması gereken bir sosyalizmin yöntemidir.
POZİTİF DEVRİM, ENTEGRASYON VE MÜZAKERECİ DEMOKRASİ
Devrimler, kendilerini yeniledikleri zaman gelişim sağlarlar. Dönüşmeyen bütün devrimlerin sonu yıkımdır. Her devrim, bir önceki devrimin eksikliklerini giderdiği sürece insanlığın gelişimine bir miras bırakır.
Fransız İhtilali’nin köleliğe karşı yarattığı mücadelenin eksikliklerini gideren Sovyetler, devrimi daha ileri götürmüş; orada yaşanan eksiklikleri gören Mao’nun Çin’de yarattığı devrim ise insanlığın kurtuluşuna dair yeni şeyler söylediği için etkili olmuştur.
Ancak bütün devrimsel çıkışların en büyük sorunu, kendilerini bir yönetici sınıfına dahil etmek ve halkların değil, yöneticilerin istedikleri üzerinden bir ilerlemeye sağlamaya çalışmaktı. Özellikle kapitalist modernitenin doğuşunu sağlayan devlet algısını ısrarla savunan ve ulus-devlet sistemini temelleri sabit kalma şartıyla değiştirmeyi hedefleyen yapılar nedeniyle, bugün ortada sosyalist bir yönetim sistemi kalmamıştır.
Reel sosyalizmin yenildiği 90’larda yayımlanan bir çözümlemesinde Önder Apo, şöyle diyordu:
“Benim en uygun gördüğüm model şu: Hemen herkesin PKK benimdir ama hiç kimsenin ‘PKK benimdir’ demediği bir durumu yaratıyorum. Ama PKK tümüyle senindir. Bütün PKK benimdir ama aynı zamanda hiçbir şey benim değildir. Bu, PKK’yi özel aygıt olarak görmemektir. Bir yetki mi verildi eline, o yetki örneğin ‘şu bölgede devrimi şu kadar geliştir’ yetkisidir. Orada altı aylık süre içinde şu başarıyı sağla demektir. Orada da ‘derebeylik kur’ anlamında sana verilen bir yetki değildir. Ve parti aygıtı da o anlamda sana verilmemiştir. Zaten sosyalizmin yetki anlayışı da bence böyle olmak durumunda. Yerine getirilmesi gereken belli bir görev karşılığında, belli bir örgüt aracını çalıştıracaksın; o görev ile birlikte o görevliyi de alacaksın. Örneğin, sekreterlik kurumu gibi bir görevi ömür boyu bir kişiye verdi mi, bitti, gitti. Değişmez sekreterler, değişmez araçlar, kesinlikle egemen ve sömürücü sınıfların tarzının etkileridir. Ve maalesef reel sosyalizmde bunlar gerçekleşmiş ve sürdürülmüştür. Yapılması gereken bunun aşılmasıdır. Aşılması da imkansız değildir.”
Bu çözümlemesinde Önder Apo, reel sosyalist anlayışın halktan kopuk ve kastlar sistemi üzerine kurulu olduğu eleştirmiştir.
Zaten Önder Apo’nun sosyalizme getirdiği bu tanım, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin her döneminde kendini göstermiştir. Hiçbir zaman bir kişiye tabi kalınmayan bir sistem olarak kendini var eden Kürdistan devrimi, her dönem kendisini geliştirerek yenilenen bir şekilde örgütlenmeyi başarmıştır. Grup döneminden bugüne kadar olan süreç incelendiğinde, bu gelişim daha net ve doğru anlaşılacaktır.
HALKLAŞMAK MI, HALK ADINA SÖZ KURMAK MI?
Sosyalist devrimlerin en büyük sorunlarından biri, halklaşmak yerine halk adına birilerinin söz kurmasına yol açmasıydı. Bu durum, ortaklaşmayı ve ortak bir yaşam algısını, kapitalist modernitenin dayattığı yaşama alternatif, yeni bir yaşamın kurulmasını engelleyen bir yol haline gelmiştir. İşçileri ve halkları sürece katmadan yaratılan bir devrim, bir süre sonra elbette kendi yönetici ve egemen sınıfını da yaratacaktır. Sovyetler Birliği, Çin, Küba gibi ülkelerde yaşananlar da bundan ibarettir.
Ortada halkın görüşlerini almak, ortaklaşarak ve yatay bir örgütlenme modeliyle büyümek yerine birilerinin herkes adına karar aldığı bir alan yaratılırsa, bunun sonu kendi egemenlerini yaratmaktan başka bir yere çıkmaz. Oysa sosyalizm, egemenler yaratmak için değil; egemenliği ortadan kaldırmak, yönetici sınıfın oluşmasını engellemek için var olan bir sistemdir.
Devrimler büyük çıkışlar ister. “Nasıl yaşamalı?” sorusuna cevap vermek, büyük bir reddedişin ve büyük bir karşı çıkışın içinden geçer. Devrim, özünde bir reddediş hareketidir. IRA komutanlarından Michael Collins’in sözleriyle ifade edersek: “Elimizdeki en büyük güç reddetme gücüdür. Onların her şeyini reddedeceğiz.”
Yanlış olanı, hatalı olanı ve eksiklikleri reddeder; onların yerine yeniyi, eksik ve hatalarından sıyrılmış bir mücadeleyi koyar. Bu nedenle devrimler, bitmeyen bir sürecin ifadesidir. Bir devrimi “bitti” olarak kabul etmek, onun yenilmesinin önünü açmak ve kendini yenilemesine engel olmak demektir.
EZİLENLER ADINA KONUŞMAK YERİNE EZİLENLERİN KENDİ ADINA KONUŞMASI
Ezilenler adına konuşmak, ezilenleri konuşmaya dahil etmekten daha kolay ve daha konforludur. Böyle bir durumda ezilenlerin söz hakkı olmaz; birilerinin ezilenlere kendi düşüncelerinin doğruluğunu empoze etme çabası olur. İşte tam da bu nedenle Kürdistan Özgürlük Hareketi, ilk doğuş sürecinde “Kerpiç evlerden geliyoruz” sloganını kullanmıştır.
Kerpiç evlerden gelenlerin, yine kerpiç evlerden gelenleri siyasetin ve devrimci mücadelenin temeline koyup sürece dahil eden bir hareket olarak Kürdistan Özgürlük Hareketi, bugün dünya devrim mücadelesinin öncüsü ve yol göstericisi konumuna gelmiştir.
Kendi gerçekliğini bilmek ve bu gerçeklikten hareket etmek, devrimci mücadeleler açısından önemli bir noktadır. Kürdistan Özgürlük Hareketi de tam da bu nedenle, bugüne kadar yaşanan soykırım saldırılarına rağmen halen ayakta ve halen yenilmez bir durumdadır. Gerçeklik algısını kaybetmek, yok olmak demektir.
Bugün Önder Apo tarafından dillendirilen yeni çağın sosyalist anlayışı da tam olarak burada yatmaktadır. Ezilenlerin bizzat kendilerinin konuştuğu, kendilerinin karar verdiği, kendilerinin önerilerde bulunarak süreci geliştirdiği bir sosyalizm anlayışının programı ortaya konmuştur. Pozitif devrim de bu programın tanımlarından biri olabilir; çünkü pozitif yaklaşımlar gelişime açık yaklaşımlardır, yeniliğe açık olmayı ifade eder.
27 Şubat tarihinden başlayarak bugüne kadar hem yaptığı açıklamalarda hem de Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu’nda bahsettiği bazı konuları ele aldığımızda, pozitif devrim kavramının ne olduğunu ve neden bugün pozitif devrim sürecinde olduğumuzu iyi anlayabiliriz.
Komünler sistemi, müzakereci demokrasi, demokratik entegrasyon kavramları üzerinde sıklıkla duran Önder Apo, en son kamuoyu ile paylaşılan açıklamasında dile getirdiği pozitif devrim tanımıyla aslında yeni çağın sosyalizm anlayışının yöntemini de göstermeye devam ediyor.
Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu ile yeni çağın sosyalizminin programını ortaya koyduktan sonra yaptığı bu tanımlar, birbirlerini tamamlayan ve birbirini bütünleyen bir yerde durmaktadır.
Program hazır, yöntemler belli; geriye kalan, pratik adımların doğru atılarak pozitif devrim sürecinin ileriye taşınmasını sağlamaktır. Pozitif devrim sürecinin temeli, komünler sistemidir
Pozitif devrim süreci, gelişen ve değişen dünyanın kapitalist modernite kıskacından kurtuluş sürecidir. Sadece Kürdistan coğrafyası için değil, dünya devrim mücadelesi açısından da yeni bir dönemin ifadesi ve halkların kurtuluşunun yolunun ilk adımıdır.
SOSYALİZM – DEVRİM- NEGATİF DEVRİM

Önder Apo, sosyalizmin sorunlarına dair yaptığı bir çözümlemede, sosyalizmin sorunlarından bahsederken yeni bir sosyalist anlayışın olması gerektiğini ısrarla belirtir. Bu değerlendirmeyi yaptığında ise reel sosyalizmin yıkımı yeni yaşanmıştı.
Sosyalizmin sorunlarına dair “Önemli olan, sosyalizmin sorunlarını güncelliği içinde doğru yakalamaktır. Bunları ana hatlarıyla sosyalizm ve devlet, sosyalizm ve kalkınma, sosyalizm ve moral, sosyalizm ve ulusal sorun, sosyalizm ve kültür, sosyalizm ve ekonomi, sosyalizm ve reel sosyalizm, sosyalizm ve ütopya, sosyalizm ve bilim, sosyalizm ve din, sosyalizm ve aile, sosyalizm ve kadın, sosyalizm ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, sosyalizm ve demokrasi, sosyalizm ve parti ilişkileri diye sıralamak mümkündür. Bütün bunlar yeniden tartışılmak durumundadır.
Yani sosyalist ideolojinin kendini yeniden kavramsallaştırması, giderek bu kavramlar açıklığa kavuştuktan sonra programsallaştırması, programsallaştırdıktan sonra yeniden örgütlemesi ve eyleme geçirmesi gerekmektedir. Kaçınılmaz olarak gelişme böyle dönemlerle olacaktır.
Şimdilik belki fazla iddialı bir durum yok ve bazı sığ, yüzeysel tartışmalar var; ama giderek, tıpkı Birinci Enternasyonal’de, ikincisinde, üçüncüsünde olduğu gibi dördüncüsü de beşincisi de gelişebilir” derken aslında bugün söylediği pozitif devrim ve yeni bir enternasyonel açıklamalarının birden ortaya çıkmadığını da görmüş oluruz.
Bugün gelinen noktada ise Önder Apo, sosyalizmin artık eski ve tutucu yöntemlerle ilerleyemeceğini, sosyalist ideolojinin yenilenmesiyle yeniden devrim umudunun halklar açısından ortaya çıkabileceğini ve devrimin hayal olmayacağını göstermiş oldu. Ondandır ki pozitif devrim çağı, sosyalizmin yeniden halkların gündemine girme, yeniden umut olma ve halkların alternatifsiz olmadıklarını bilme çağıdır.
POZİTİF DEVRİM, DEVRİMCİ MÜCADELENİN YÖNTEMİDİR
Kürdistan Özgürlük Hareketi’nde gerçekleşen her şey, söylenen her söz birbirinin devamı, eksikliklerinin giderilerek yenilenmesidir. Bundan dolayı da pozitif devrim kavramı tek başına ele alınmamalı, tek başına yorumlanmamalıdır. Her tanım, her kavram, Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Önder Apo’nun ideolojik dünyasında birbirlerini bağlayıcı, geliştirici, eksikliklerini giderici bir yerde durur. Yöntemin adı pozitif devrim, yönetimin yürüme hali ise demokratik entegrasyon, müzakereci demokrasi ve komünlerdir.
Yöntemin adı pozitif devrimdir dedik. Peki bu devrimsel sürecin işleyişi nasıl olacak?
Reel sosyalist anlayışın birçok eksik ve hatalı yanını barındıran hareketlerden vazgeçmek gerekecektir. Özellikle Kürt siyasal hareketinde var olan reel sosyalist yönetim biçimlerinin terk edilmesi; birilerinin karar verdiği ve halkın onu uyguladığı bir yöntemin yerine, halkla birlikte kararların verildiği ve uygulandığı bir sistemin tamamen oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Reel sosyalist örgütlenme modelinin en büyük eksikliklerinden olan kendine dair bir kast sistemi oluşturma mantığından uzaklaşılırsa örgütlenmenin yolu da açılacaktır.
Bir dönemin popüler bir sorusu vardı; bir burjuva ‘Benim oyum ile çobanın oyu bir mi?’ diye soruyordu. Pozitif devrim sürecinin en büyük kazanımlarından biri de bu soruya doğru cevap vermekten geçer. Evet, herkesin oyu birdir. Herkes eşit, herkes aynı derecede önemli, herkes aynı derecede değerlidir.
Herkesin eşit olmasının en önemli yolu ise yatay bir örgütlenme modeli olan meclisler ve komünler örgütlenmesinin doğru bir politik program ve hat üzerinden inşa edilmesinden geçer. Pozitif devrimin en büyük kazanımı, halklar arası eşitsizlik ve ast-üst yaklaşımlarının ortadan kaldırılması olacaktır.
POZİTİF DEVRİM KASTLAR SİSTEMİNİ YOK EDECEKTİR
Kastlar sisteminin yok edilmesinin ilk adımı ise Önder Apo’nun “demokratik entegrasyon” olarak tanımladığı süreç olacaktır. Faşist ve sömürgeci yaklaşımlar içinde olan “muhaliflerin” tutumlarından kaynaklı olarak birbirinden ayrılan ve birbirine düşman olarak bakan halklar arasındaki uçurumu yıkmak, halkların birbirini tanıması ve birbirine doğru şekilde yaklaşmasıyla mümkündür. Demokratik entegrasyon, işte bu ortaklaşmanın önünü açacak ilk adım olarak karşımızda durur.
Halkların önündeki engelleri aşmak ise mücadeleyi yürütenlerin görevi olarak karşımızda duruyor. Halkların ortaklaşmasını engelleyen bütün yaklaşımları yok etmek, onları teşhir etmek ve halklar nezdinde mahkum etmenin mücadelesini vermek öncü kadroların işidir. O yolu açtıktan sonra halklar kendi doğru yollarını bulacak güce, dirayete ve öngörüye sahiptir.
Faşizmin bütün saldırılarına karşı halklar arasındaki uçurumu yok edecek olan demokratik entegrasyon koşullarını yaratmak, devrimin yeni dönemindeki en önemli kazanımlardan biri olacaktır; çünkü aralarındaki uçurumların yok olması ve halkların buluşması, faşizmin propaganda ve saldırılarının boşa düşmesi demektir.
Demokratik engtegrasyon sürecinin başarısı ise müzakereci demokrasinin gelişmesini beraberinde getirecektir. Birbirlerini tanıyan ve birbirlerini anlamaya başlayan halklar için yeni adım, sorunlarını ortaklaşarak konuşmak ve ortaklaşarak çözümler üretmeye çalışmak olacaktır. Ortaklaşmanın ilk adımı ise müzakereci demokrasi sistemini geliştirmek ve oturtmaktan geçer.
Her kesimin söz kurabildiği, yetki ve karar aşamalarında halkların tam anlamıyla yer alabildiği bir sistem olan müzakereci demokrasi, zoru hiç bitmeyecek bir güç olarak elinde tutan faşizme ve sadece zor ile yaşamaya çalışan sekter yaklaşımlara da bir cevap olacaktır. Bugüne kadar ısrarla birbirinden ayrılan, uzaklaştırılan ve diyalog kurmaları engellenen halklar arasındaki diyalog, uzlaşı kültürünün de gelişmesini sağlayacak; bu uzlaşı kültürü ise örgütlenmenin yolunu açacaktır.
Ortaklaşmanın ilk adımı, sorunları görmek, konuşmak ve çözüm yolları için bir araya gelmektir. Bunun içinde her kesimin oturup konuşması, aklındaki soruları sorması ve cevap alması gerekir. Kapitalist modernitenin bireyciliğinden uzaklaşan kişi toplumsallaşacaktır. Toplumsallaşmanın ilk adımı ise birbirini tanımak, anlamak ve empati kurmaktan geçer.
Burada bir kesimin diğer kesime güç gösterisi yapması veya baskı kurması mümkün değildir. Baskının olduğu her toplum totaliter bir yapıya sahiptir. Buna reel sosyalist pratikler de dahildir. Reel sosyalizm her ne kadar kapitalizme alternatif olarak doğmuş olsa da ilk andan itibaren kendisini kapitalizmden sonraki sistem olarak konumlandırmış, insanlığın ilk dönemlerindeki ortaklaşmayı görmemiş, onu “ilkel” olarak tanımlayarak dışlamış ve sonuçta kapitalist modernitenin kötü, vasat bir kopyasına dönüşmüştür.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, doğru çıkışlar ve doğru bir program gelişmediği sürece bu sistemler çözülecektir.
POZİTİF DEVRİMİN KAZANIMININ EN TEMEL AYAĞI KOMÜN SİSTEMİDİR
Müzakereci demokrasi sistemi ile ortaklaşmayı ve yan yana gelmeyi öğrenen toplumların bir sonraki adımı ise örgütlenmektir. Bu örgütlenme modelinin adı da komündür. Komün sistemi, ilk insandan beri var olan, denenen ve doğruluğu dünya tarihi boyunca birçok kez kanıtlanan bir örgütlenme modeli olarak karşımızda durur.
Komünlerde örgütlenen toplum, artık politikleşen; kapitalist modernitenin kendisine biçtiği “karar veremeyen, birileri tarafından yönetilmek zorunda olan” karakterden çıkan bir hale gelecektir. Bir yerde devlet olması, bir yöneticiler sınıfının bulunması komüne engel değildir. Komün, toplumları örgütler; onları yöneticiler sınıfının kibre düşmesine veya hata yapmasına karşı korur ve doğru olanı ortaya çıkarmayı sağlar.
Bu da demokratik entegrasyon süreci ile birbirini tanıyan, müzakereci demokrasi sistemi ile yan yana gelebilen, ortaklaşan ve konuşabilen toplumların yarattığı bir örgütlenmedir.
Pozitif devrim süreci, işte tam da bunların birlikteliğinden ortaya çıkar. Bugüne kadar var olan devletçi sosyalizm anlayışının tersine, halkların sosyalizmini ortaya çıkartır. İktidarı devirmeyi ya da devleti ele geçirmeyi bir kazanım olarak görmez; onun yerine halkların yaşamını değiştirmeyi, iktidarın ve devletin kendi çıkarları için yaratmaya çalıştığı baskı rejimine karşı halkları korumayı tercih eder.
Önder Apo’nun yaratmış olduğu yeni ideolojik sistemde olması gereken, halkların ortaklaşıp var olan kapitalist modernitenin saldırılarına ve endüstriyalizmin yıkımlarına karşı kendilerini örgütleyip kendi sözlerini söylemeleridir.
Önder Apo, sosyalizmi tanımlarken şöyle der:
“Sosyalizm mücadelesi aynı zamanda emperyalist dönemdeki büyük hayvanlaşmaya karşı mücadeledir. Hangi canavar kendi neslinden bu kadar insanı öldürmüştür? Bu en büyük canavar! Bunun başka hiç izah edilecek bir yanı yoktur. Bu en tehlikeli hayvanlaşmadır. Eğer sosyal ve sosyalist mücadeleyi geliştirmek istiyorsak, bu tür bireyciliğe, bu tür canavarlaşmaya karşı mücadeleyi kesin vereceğiz.”
Sosyalizm mücadelesi, gündelik hayatın örgütlendiği; bireyciliği savunan kapitalist sisteme karşı toplumu savunan, toplumu güçlendirmeyi ve örgütlemeyi, mücadeleye katılmasını sağlamaya çalışan bir sistemdir.
Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu’nda ise pozitif devrim sürecinin çerçevesini çizerken şunları söyler:
“Ulus-devlet sosyalizmi yerine demokratik toplum sosyalizmine geçiş yapıyoruz. Bu bir program: Demokratik Toplum Sosyalizmi programı. Peki, bunun stratejisi ve temel taktiği ne olacak? Açık ki ulusal kurtuluş savaşı ile olmayacak. Onun yerine koyacağımız bu yeni program, Demokratik Toplum ve Demokratik Sosyalizm programıdır. Ulusal kurtuluş savaş stratejisini bıraktık. Onun yerine Demokratik Siyaset Stratejisi’ni koyacağız. Demokratik siyaset bir stratejidir, olmazsa olmazdır. Demokratik toplumun, demokratik siyaset stratejisi ile bağlantısı olacak. Ister anayasa, ister yasalarda, nerelerde ne gerekiyorsa ifade kazandırılacak. Taktik, strateji ile çok bağlantılıdır. Bu stratejinin bir de taktiği olacak.Hangi araçlarla gerçekleşecek. Onu gerçekleştirecek olan hukuktur. Strateji demokratik siyaset ise onun taktiği de hukuk oluyor. Bu şu anlama geliyor: PKK mirasından geriye kalan ne varsa, bu yeni demokratik siyaset stratejisi altında hukuki nitelik kazanacak. Devletlerle yürütülecek müzakere sonucunda anti demokratik yasalar kalkacak, hukuki reformlar gerçekleşecek. Yıllara yayılmadan, makul bir süre içinde gerçekleşmelidir. Yukarıda çerçevesini belirlediğimiz hukuki reformlar gerçekleştirilmezse, o zaman çatışmalı ortam ister istemez kaldığı yerden devam edecek ANF


